Düzen partilerine oy yok
Avrupa Demokratik Kitle Örgütleri Platformu'ndan göçmen emekçilere çağrı
Seçme Haklarınıza Yönelik Saldırıya Sessiz Kalmayın,
Burjuva Düzen Partilerine Oy Vermeyin!
Türkiye'de faşist rejim, yönetim krizini 27 Nisan askeri faşist muhtırasıyla daha bir derinleştirdi. Siyasette aktif olan ordu, burjuva siyasal alana balans ayarı vererek, kimi burjuva partileri birleştirdi, kimini birleştirip ayrıştırdı. Darbe sopasıyla siyasette kendi egemenliğini yeniden tahkim ederek erken seçimi dayattı.Krizden baskın bir seçimle çıkmayı hedefleyen burjuva klikler ve partileri, seçim meydanlarında birbirlerinin kirli çamaşırlarını sergilemeye başladılar. Kitleleri parlamenter hayellerle kandırmaya çalışmakta, binbir hileyle kurdukları seçim sandıklarından kurtuluş vaat etmektedirler. İşçi ve emekçileri, ezilenleri kendi gerici faşist propagandalarının etkisi altında tutarak, toplumu şeriat-laik, Alevi-Sunni, Türk-Kürt gibi kamplara bölmeye çalışmaktadırlar. Irkçı, şoven, milliyetçiliği kışkırtarak, linç kültürünü geliştirmektedirler. İnkâr ve imha amaçlı Kuzey (Türkiye) Kürdistan’ında akseri operasyonları yoğunlaştırırken, Güney (Irak) Kürdistan'a yönelik "sınır ötesi" saldırının yollarını açmak istemekte, bunun için kitlesel desteği arkalamak amacındadırlar. Fiyaskoyla sonuçlanan "terörü telin mitingleri"ni bunun için düzenlemektedirler.
Tüm bunlarla sömürü, baskı, zulüm düzenlerini sürdürmeleri amaçlanmakta, işçi sınıfı, emekçi yığınlar, Kürt ulusu ve tüm azınlıklardan halklar söz, eylem ve örgütlenme haklarından yoksun bırakılmak istenmektedirler. Seçim oyunu da bunun bir parçasıdır. Yüzde 10 gibi seçim barajı bulunan gerici seçim yasası, işçi ve emekçileri, Kürt ulusunu, ilerici, devrimci, sosyalist güçleri dışlarken, seçimlere bağımsız adaylarla girmeyi de engelleyici düzenlemeler getirdiler.
Faşist rejim, eşitsiz seçim koşullarını dahada ağırlaştıcı yeni uygulamaları getirerek, erken seçimde göçmenlerin seçme hakkını sınırlayarak, bağımsız adaylara oy vermesini engelleyen yasak getirdi. 50 yıla yakın bir zamandır göçmenleri döviz kapısı, oy deposu olarak gören faşist rejim ve tüm burjuva partiler, göçmenlerin yaşadıkları ülkelerde seçme ve seçilme hakkına karşı ilgisiz kalırken, Türkiye'deki seçimler içinde yaşadıkları ülkelerde seçme haklarını kullanmalarını engellediler. Oy verme hakkını kullanmak isteyen göçmenleri gümrük kapılarına gitmeye mahkum ettiler. Göçmen işçi ve emekçiler hem doğdukları, vatandaşı oldukları ülkede, hem de yaşadıkları ülkede egemen burjuva güçler tarafından ayrımcılığa tabi tutulduğu gibi, seçme ve seçilme hakkından da yoksun bırakılıyor.
Türkiye'de faşist rejim, eşitsiz koşullarda seçime giren bağımsız adaylara ikinci bir eşitsizlik, ayrımcılık yaparak oy pusulalarında adlarına yer vermedi. Türkiye'de bağımsız adayların adlarını birleşik oy pusulasına yazarak engelleyici olurken, bu kezde göçmenlerin gümrük kapılarında kullanacakları oy pusulasına adlarını yazmayarak bağımsızları dışlayıcı bir uygulama getirdi. Böylece bağımsız adayların seçilme haklarını sınırlama, seçmenlerini zorda bırakan hak gasbını yaşatırken; diğer taraftan göçmen seçmenlerinde seçme özgürlüğünü ortadan kaldıran bir uygulamayı gündeme getirdi. Bu oy kullanılacak 14 gümrük kapısında kurulan seçmen sandığında bağımsız adaylara yönelik bir hak gasbıdır. Bağımsız adayların seçmenlerini ve seçilmelerini keyfi bir biçimde engellemedir. Göçmenleri yasa zoruyla burjuva düzen partilerine oy vermeye zorlayan bir ayrımcılıktır. Bu aynı zamanda göçmen seçmenlerin seçme hakkına, özgür iradelerine yönelik ayrımcı bir engelleme, sınırlama ve saldırıdır. Göçmenleri burjuva düzen partilerinin oy deposu olarak görme zihniyetidir.
Bizler, Avrupa Demokratik Kitle Örgütleri Platformu (DEKÖP-A) olarak, faşist rejimin Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararıyla bağımsız adaylara, göçmenlere getirdiği engelci, ayrımcı, seçme hakkına ve iradesine yönelik bir saldırı olan bu uygulamayı kınıyor, tüm göçmenleri Türkiye'deki seçim yasasını protesto etmeye, hiç bir burjuva düzen partilerine oy vermemeye çağırıyoruz.
25.06.2007
Demokratik Kitle Örgütleri Platformu-Avrupa
Yaşanacak Dünya Gazetesi
yasanacakdunya@yahoo.com
Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AvEG-Kon)
aveg-kon@hotmail.com
Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK)
konsey@atik-online.net
Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)
info@adhk.de
İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR)
birkar@msn.com
Fabrika işçisi kadınlar, evin kölesi kadınlar… Emekçi kadınlar öfkeli soluklarıyla sokaktalar. Evde, fabrikada, hayatın her alanında aşağılanmalara, tacize, ağır çalışma koşullarına ve cinsel ayırımcılığa maruz kalan kadınlar “Artık yeter” diyerek sokaklarda haykırıyorlar!
Tarih 8 Mart 1857'yi gösterirken, Amerika’da Chicagolu kadınlar sokaklara çıkıyorlardı. Tarih onların çifte ezilmişliklerini yazdı hep. İşte şimdi yaşamlarının bu döngüsüne bir çomak sokuyorlardı. Binlerce yıllık kahırla, kinle, umutla dolduruyorlardı alanları.
Ne istiyordu emekçi kadınlar? Günde 15 – 16 saate varan vahşi sömürü koşularına karşı 10 saatlik iş günü istiyorlardı. Erkekler gibi, eşit işe eşit ücret istiyorlardı. Aşağılanmak, hor görülmek, ayırımcılığa maruz kalmak istemiyorlardı. Tüm bu taleplerini “Ekmek ve Gül İstiyoruz” diye özetliyorlardı. “Ekmek” daha iyi bir ücret ve karın tokluğunu simgelerken “Gül” daha kaliteli yaşam koşullarını simgeliyordu.
“Ekmek ve Gül” isteyenlerin karşılarında patronun polisi vardı. Yürüyorlardı. Saflarından kızkardeşleri ölerek, yaralanarak düşüyordu bir bir. Yürüyüş ve grevleri kanla bastırıldı.
Ama Chicago’nun sokakları ve kadınları, O günü asla unutmayacaktı.
Hatırasını kızıl bir gül gibi taşıyacaklardı göğüs kafeslerinin içinde. Bir kez silkinip kalmışlardı işte. Onları boyunduruk altına almak artık kolay olmayacaktı.
Bin yıl da geçse daha demincek
Aradan 50 yıl geçti. 8 Mart 1908’de Chicagolu kadınlar bir kez daha doldurdu alanları. Bu defa 50 yıl önceki taleplerine yenilerini eklemişlerdi: 8 saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeği ile ilgili yasa istiyorlardı. Direniş yine patronların kendilerine has yöntemleriyle, kanla bastırıldı. 140 kadın öldürüldü birçoğu da tutuklandı.
Ancak ateş yakılmıştı bir kere. Bu mücadele kıvılcımı bütün dünyayı saracak, emekçi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir pusula olacaktı. Mücadeleyle geçen bu süreçten sonra kadınlar birçok hak elde etmeyi başarmışlardı.
Chicagolu kadınlar hala önümüzde yürüyor
Alman komünist Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’daki Kadın Konferansı’nda, öldürülen kadınların anısına, 8 Mart’ın “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonal‘e önerdi. Enternasyonal’de bu öneri kabul edildi. (Enternasyonal, işçilerin uluslararası mücadele birliğidir.)
1975 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan ederken kimilerinin düşündüğünün aksine, 8 Mart’ın özünü, gerçek içeriğini boşaltmanın ilk adımını da atıyordu. Ve o tarihten bugüne dek dünyada iki farklı 8 Mart kutlanması gelenek haline geldi.
8 Mart, dünya tarihine patronların ezdiği işçi kadınların, burjuvalara karşı verdiği zorlu ve kanlı mücadelesiyle yazıldı.
Öyleyse 8 Mart’la burjuvazinin işi ne?
Çünkü binlerce yıl da geçse onun hatırlanmasını, sokaklarda kutlanmasını engelleyemiyor. Engelleyemiyorsan evcilleştir. Kendi kabul edeceğin sınırlara çek. İşçi ve emekçilerin kafasını bulandır. Yaptıkları budur. 8 Mart’ı bir mücadele günü olmaktan çıkarmak, kadın işçi ve emekçilerin belleğinden silmek. Sulu bir kadına hediye almak günü olarak yaygınlaştırıp yozlaştırmak.
Oysa, 8 Mart emekçi kadınların özgürlük ve emek mücadelesinde önemli bir mihenk taşıdır. İşçi kız kardeşlerimizin gözüpek mücadelesiyle yazılan bu tarih, biz işçi ve emekçi kadınların bugünkü mücadelesine taşınarak yaşatılabilir.
Yürüyeceğimiz yol, yüzlerce yıl önce Chicagolu kadınlar tarafından çizilmiştir. Öyleyse; YÜRÜYELİM!
“Önderlerini vur”
Yazılarındaki teorik hatalara rağmen Rosa Luxemburg, Alman ve uluslararası işçi sınıfının önde gelen önderlerinden birisiydi. Burjuvazi, proleter yığınlar içinde kök salmış Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfı önderlerinin ne denli tehlikeli olabileceklerini çok iyi biliyordu ve bu nedenle her türden aracı kullanarak onlarla mücadele ediyordu.
Kapitalist düzeni sarsan Kasım devriminden ve arkasından gelen Ocak ayaklanmasından sonra açık katliamlar gerçekleştirmekten de çekinmemeye başladılar. “Önderlerini vur” yazılı afişler her tarafa yayıldı ve proletaryanın önderlerinin avına çıkıldı.
SPD’nin doğrudan katılımıyla, Soğuk bir kış günü, 15 Ocak 1919′da Rosa, Liebknecht ve Wilhelm Pieck gözaltına alındı. Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht cellatların elinde kaldı.
Luxemburg’un başı dipçikle ezildi, ölene kadar dövüldü. Liebknecht de başına sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Son nefeslerine kadar cesur ve kararlı olan iki devrimcinin bedenleri, Landwehr Kanalı’na atıldı. Aylarca bulunamadılar.
“15 Ocak’ta görüşmek üzere…“
Ama burjuvazinin onları kaybetme planı tutmadı. Onların anısı bugün de canlıdır. Onların ve Alman komünist-devrimcilerinin anısına Berlin’de yapılan Anıt mezar, her sene 15 Ocak’ta enternasyonalizmin en sıcak yaşandığı anlara sahne olur. Hangi ulustan olduğu bilinmeyen, değişik yaşlarda binlerce insan, “iğne atsan yere düşmez” kalabalıkta iç içedir. Sınıfsız-sömürüsüz dünya özleminin dolayımsız ifadesi olan Enternasyonal, birçok değişik dilden, hep birlikte söylenir.
“İdeallerini/ ideallerimizi yaşatmak için, seneye 15 Ocak’ta görüşmek üzere…” diyerek ayrılınır oradan…
Meksika işbirlikçi burjuvazisinin kamu işçi ve emekçilerine saldırısı yalnızca ekonomik de değil. Burjuvazi, bu saldırılarla asıl olarak, başta son dönemde militan direnişlerle öne çıkan eğitim emekçileri olmak üzere kamu emekçilerinin direncini kırmaya çalışıyor. Kamu emekçilerinden de cevabını anladığı dilden alıyor!
Meksika'da 1 Mayıs, 2, 3, 4 Mayıs'a ve sonrasına, giderek kitleselleşen ve ülke çapında yaygınlaşan grev, gösteri ve işgallerle taşınıyor. Meksika'da başını Ulusal Öğretmenler Sendikası'nın çektiği direnişin startı, 1 Mayıs gösterilerin hemen ardından 2 Mayıs'ta 100 bin öğretmenin yasa tasarısına karşı mahkemelere eylemli başvurularıyla verildi.
Aynı gün kuzeydeki Chihuahua'dan güneydeki Chipas'a kadar onbinlerce kamu emekçisi, işçi ve öğrenci, ülke çapında gösteriler başlattı. Sayısız kitle gösterisi yapıldı, bazı devlet binaları işgal edildi, otoyollara barikatlar kuruldu, ABD ve Guatemala sınırları göstericiler tarafından kapatıldı.
Chihuahua şehriyle birlikte, geçtiğimiz aylarda görkemli bir direnişin yapıldığı Oaxaca şehri de göstericiler tarafından yeniden işgal edildi. Tamualipas'ta meydanları ve hükümet-belediye binalarını benzer bir işgal girişimi ise şimdilik sonuçsuz kaldı.
Göstericiler sosyal güvenlik ve emeklilik yasasının yanısıra, Meksika'nın ABD ile yoğunlaşan "güvenlik işbirliği anlaşmaları"nı, enerji kaynaklarının özelleştirilemesini ve artan hayat pahalılığını protesto ediyorlar. ABD'nin onlarca Kübalının katili kontra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder