6 Haziran 2007 Çarşamba

Kamyon Afyon'da onlar yaşamımızda

06 Haziran 2007

Kamyon Afyon'da onlar yaşamımızda

Kamyonun çarptığı yerden kan ve irin fışkırıyor! Kamyon pislik rezervini bu sefer Susurluğun güneyinde patlattı.

Kamyon Afyon'da onlar yaşamımızda
Afyon'un Dinar ilçesinde yine bir kamyonla bu sefer bir cipin çarpışması yeni bir devlet/kontrgerilla - mafya - uyuşturucu üçgenini ortaya döktü.

2 Haziran günü meydana gelen kazada, eski terörle mücadele başkomiseri Mehmet Şanlı'nın da bulunduğu cip uyuşturucunun etkisiyle uçan şoförüne ayak uyduramayınca karşı şeride geçerek bir kamyona çarptı.

Kazada özel harekatçı Şanlı'nın dışında cipte bulunan, müteahhit Hüseyin Mert, Bağcılar Kaymakamlığı Ziraat Odası Meclis üyesi Trabzonlu patron Turan Balık ile Antalyalı patron Zekeriya Kocagöz hayatını kaybetti.

Hurdaya dönen cipin bagajından, son dönemin meşhurlarından 1 "Glock" marka tabanca, "Baretta" marka otomatik tüfek, 1 "Baretta" marka tabanca, 1 "Heckler Koch" marka tabanca ile bunlara ait çok sayıda mermi, biber gazı, esrar ve çek-senet çıktı.

Silahların hepsi de kılıflarının dışında mermileri namluya sürülü vaziyette sahiplerinin elinin altında bulundu.

26 Aralık 1994 tarihli ve Riyad Bank antetli biri 27 milyon, diğeri 64 milyon dolarlık 2 senedin, Suudi Arabistan vatandaşı Mahmut el Yusuf Muhammet tarafından Saynur Tarım Ürünleri İhracat ve İthalat Sanayi Limited Şirketi adına yazıldığı belirlendi.

Senetlerden hariç tutarı 100 bin dolardan fazla olan çeklerin dışında bulunan notlar ise çek-senet tahsilatı işlerini teşhir ediyordu:
Şükrü İ.'nin 50 bin dolarlık Mahmut E.'ye borcu var. Buradan 40 bin ve 45 bin euro'luk senet alınacak. Karısı Lütfiye. Karısı ... belediyesinde fen işleri müdürü. Melisa isimli bir şirketleri var.

Afyon kamyon

CİPE BİNMEYENE DE KURŞUN


Cipe binmekten son anda vazgeçen yine Trabzonlu turizm firması patronu Nuri Günaydın kazadan sonra yaptığı konuşmalar nedeniyle silahlı saldırıya uğradı.

Günaydın arabaya, uzun namlu silahlar, yüklü miktarda senet ve para olduğu için binmediğini, kazanın ardından arabadaki paraların kaybedildiğini açıklamıştı. Ayrıca, özel harekatçı Şanlı'nın "çok ünlü bir işadamının yanında çalıştığını" da açıklamalarına eklemişti.
Benim yanımda bir tane 300 bin dolarlık, bir tane de 197 trilyonluk senet sayıldı ama bunlar arabadan çıkmadı. Araçtaki senetler nerede? Bu senetler kimin adına? Mehmet Şanlı, hangi ünlü iş adamının yanında çalışıyor? Niye bunlar açıklanmıyor.
Bu açıklamaların ardından Pazartesi günü silahlı saldırıya uğrayan Günaydın, saldırganların özel harekatçı olduğunu belirterek saldırıyı şöyle anlattı:
Arkamdan siyah bir Mercedes yaklaştı. Arka koltukta Kalaşnikof silahı gördüm. Ateş etmeye başladılar. Arabama 27 mermi saplandı. Bunlar eski özel harekátçı ve eski memur oldukları için, arabamın depo kısmına ateş ederek havaya uçurmaya çalıştılar.

KAMYONLARA BIRAKMAYALIM


Susurluk'ta kamyon çarpar pislik saçılır, Şemdinli'de halk çarpar pislik saçılır, Afyon'da yine kamyon yine pislik...

İrin yumağından saçılmayanların neler yaptıklarını ise icraatlarından biliyoruz... Hrant Dink'in katlinden, Amed/Bağlar'dan, Danıştay'dan... Sauna'sından, Atabeyler'inden, Ergenekon'undan biliyoruz...

Bilmediklerimiz ise zulada ama yaşamımızın içinde kirli ellerinde kirli silahlarıyla bekliyorlar.

| Cephe'yi Savunmak, İktidarı İstemektir!



Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin ve iktidar iddiasının ete kemiğe bürünmüş halidirler.

DEVRİMCİ, demokratik bir cephe ihtiyacı bugün başlamış değildir. Solun ve halkın birliğine duyulan bu ihtiyaç, 1990'ların ortalarından bu yana kendini şu veya bu biçimde hissettirmiştir. Fakat iki önemli gelişme, cephe düşüncesi ve özlemini yeniden daha güçlü bir biçimde gündeme getirdi. Bu nedenlerden ilki, şeriat-laiklik temelinde geniş kitlelerin düzen güçlerinin insiyatifinde meydanlara çıkması, bunun karşısında ise solun esas olarak seyirci durumunda kalmasıdır. Bu konjonktür, solda "3. Cephe" olarak sürece müdahale zorunluluğunun daha somut olarak duyulmasına yol açmıştır. Cephe düşüncesi ve özlemini güçlendiren ikinci neden, 1 Mayıs 2007'de solun hemen tüm kesimleri arasında asgari de olsa birliğin sağlanması ve bu birliğin 1 Mayıs'ta etkili, sonuç alıcı bir mücadele ortaya koyabilmesidir.

BU iki etken ve bunların dışında esas olarak emperyalizme ve faşizme karşı mücadele görevlerimizi yerine getirebilmek açısından solun önündeki görev, bizce tartışılamayacak kadar açıktır. Devrimci, demokrat, ilerici sol güçler, devrimci demokratik bir cephenin örgütlenmesini hızla başarmalıdırlar.

NE var ki, bu gelişmelerin bir "seçim ortamı"na denk gelmesi, solun bazı kesimlerinin, cephe düşüncesi ve özlemini, seçim sandığına kanalize etmeye çalışmasını beraberinde getirmiştir. Bu tutum, halkın mücadelesini geliştiren değil, engelleyen; halkın birliğini büyüten değil, soldaki birlik özlemlerini seçimlere endeksleyerek istismar eden bir tutumdur.

DEVRİMCİ Demokratik Cephe, seçimle sınırlandırılamayacak kadar önemli ve kapsamlı bir düşüncedir. Cephe, bağımlılığa, açlığa, yoksulluğa, baskı ve zulme karşı gereklidir. Bunlarla mücadele edebilmek, bunları yokedebilmek için istemeliyiz Cephe'yi.

CEPHE, bir çok ülkede, farklı zamanlarda farklı biçimlere bürünmüştür. Fakat solu ve halkı birleştiren bir örgütlenme zemini olarak cephe düşüncesinin kendisi, bir iddianın tezahürüdür. Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin, iktidar iddiasının ete kemiğe bürünmüş halidirler. Her Cephe, kurulduğu anda bu iddiayı maddi bir güç haline getiremeyebilir. Fakat devrimci demokratik bir cephe kurma iddiası ve sorumluluğunu gösterenlerin, sıradan protestolarla yetinmeyeceği açıktır.

HALKLARIN tarihinde faşizme karşı birleşik cepheler, anti-emperyalist cepheler olduğu gibi, emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleyi birlikte ele alan cepheler de vardır. Bunlar, yaşanılan dönemlere ve koşullara göre biçimlenmiştir. Keza, yine çeşitli ülkelerde sadece silahlı mücadeleyi savunan grupları bir araya getiren cepheler olduğu gibi, silahlı mücadeleyi savunanlarla barışçıl mücadeleyi temel alanları bir araya getiren cepheler de vardır. Devrimci Demokratik Cephe, bağımsızlık ve demokrasi hedefi temelinde emperyalizme ve faşizme karşı bir muhtevada olabilir. Devrimci Demokratik Cephe, bu temelde de solun devrimci ve demokrat kesimlerini biraraya getirebilir. Silahlı mücadele, parlamenter mücadele, legal ve illegal örgütlenme gibi konularda farklı anlayışlara sahip olmamız, bağımsızlık ve demokrasi hedefi doğrultusunda biraraya gelinmesine engel değildir.

DEVRİMCİ demokratik bir cephe, solun hiçbir kesiminin çizgisiyle çelişmez, kimsenin kendi politika ve taktiklerine engel olmaz. Adı üstünde; devrimci demokratik bir cephe, halkımızın bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini geliştirecektir. Böyle bir gelişim kimin politikasıyla çelişir?

DEVRİMCİ Cephe'yi 1995 yılından bu yana öneriyor, gündemde tutuyoruz. Örgütlü halk güçlerinin çeşitli biçimler altında biraraya gelmesi için ısrarlı ve sistemli bir çaba içinde olduk. Bunlarda şu veya bu biçimi dayatmaktan çok, ortak iradelerle şekillenmesini esas aldık. 1996 yılında devrimci cepheye ilişkin M. Ali Baran imzalı bir yazıda da belirtildiği gibi; "Sosyalist bir düzeni, işçi sınıfının iktidarını ve nihai sonuçta sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı istemekle, bir avuç sömürücü-işbirlikçi azınlığa karşı her ulustan, dinden, mezhepten tüm halkları; adaletten, eşitlikten, özgürlükten, demokratik bir düzenden, oligarşik diktatörlüğün yıkılmasından yana olan herkesi, devrimci cephe etrafında birleştirerek örgütlemek, yönlendirmek ve bu taktiklerle savaştırmak birbirleriyle çelişmez."

İDEOLOJİSİNE güvensizlik, kendine güvensizlik, solu iktidar iddiasından, büyük hedeflerden, halkın tümünü kucaklama iddiasından uzaklaştırmıştır. Devrimci Demokratik Cephe, solun bu anlamda kaybettiklerini yeniden kazanmasıdır.

SOLUN mücadele çizgisindeki en dikkat çekici özelliklerden biri, kendini "protesto" ile sınırlamış olmasıdır. Karşı-devrim cephesinin gündeme getirdiği politikaları bozmayı, geriletmeyi, püskürtmeyi amaçlayan bir kavgaya girişilmemektedir. Kuşku yok ki, böyle bir mücadele, "salt protestocu" bir mücadeleden çok daha zordur, daha büyük bedeller ödemeyi, daha fazla fedakarlık ve sorumluluk üstlenmeyi gerektirebilir. Fakat düzeniçileşen solculuk bundan doğal olarak kaçmaktadır. "Protestocu"luk anlayışı, sadece düzeniçileşen kesimlerle sınırlı da kalmayıp, solun daha geniş kesimlerini etkilemiştir. Mesela, tam yedi yıl süren Büyük Direniş, karşı-devrimin politikalarını bozmayı, püskürtmeyi, bulunduğu ideolojik ve politik mevzileri sonuna kadar savunmayı esas alan çizgisiyle bu protestocu çizginin dışındaydı ve bu niteliğinden dolayı da, solun birçok kesimi bu mücadeleyi bir noktadan sonra sürdüremedi.

SOLUN mücadele arenasındaki bugünkü konumu, etkisiz ve iddiasızdır. Kuşkusuz bu durumda, onyıllardır sola karşı sürdürülen karşı-devrimin terörünün, hayatın çeşitli alanlarındaki tasfiyelerin, örgütsel darbelerin payları inkar edilemez. Fakat sol açısından belirleyici olan bunlar değil; yukarıda da vurguladığımız gibi, ideolojik düzeydeki gerilemedir.

SOLDA kapsamlı ve uzun vadeli birliklerin, cephe tarzında bir araya gelişlerin uzun yıllardır gerçekleşememesinin altında, solun maddi, örgütsel güçsüzlüğünün yanısıra, ideolojik ve politik iddiasının küçülmüş olması belirleyici etkenlerden biridir. Biz devrimci demokratik cepheyi önerirken, aslında sola iddiasını büyütmeyi öneriyoruz. İdeolojik politik olarak kendini büyütmeyi öneriyoruz.

SOLUN bir kesimi, birlik sözkonusu olduğunda sadece seçimlerde motive olmakta, heyecanlanmaktadır. Bu durum, solun ufkunun "parlamentarizmle" sınırlanmasının, solun iddiasızlaşmasının tartışılmaz kanıtı olarak da görülebilir. Ancak şunu belirtelim ki; birliği parlamentoda donduran hiçbir anlayış, solun ve halkın birlik ihtiyacına cevap veremez.

HAYATIN içindeki herkes biliyor ki, halkın ve solun karşı karşıya olduğu sorunlar, parlamento çatısı altına sığdırılamayacak kadar çok; düzenin parlamentosu, halkın sorunlarının çözüm yeri olamayacak kadar dar ve göstermeliktir. Parlamenter mücadele içindekiler de bu gerçeği kabul edecektir. O halde, emperyalizme ve faşizme karşı devrimci demokratik bir cepheyi gerçekleştirme göreviyle, seçim sandığını birbirine karıştırmayalım. İsteyen, seçim mücadelesini kendi anlayışı ve ittifakları içinde sürdürecektir zaten. Ama devrimci demokratik cepheye, parlamentoyu, seçimleri aşan bir iddia ve kapsamda yaklaşalım. Hedef, emperyalizme, faşizme karşı mücadelemizde mevziler kazanmaktır. Hedef, kitleleri kazanmaktır. Hedef, bağımsızlığımızı ve demokrasiyi kazanmaktır.

SINIFLAR mücadelesinde egemen sınıflar ilerliyorsa, ezilenler geriliyor demektir. Bir taraf, mevzi kazanıyorsa, öbür taraf kaybediyor demektir. Boşluk yoktur. Gerileyen, kaybeden değil, ilerleyen ve kazanan olmak için öneriyoruz DEVRİMCİ DEMOKRATİK CEPHE'yi.

1996 Şubat'ında, "Demokratik Muhalefeti Birleştirmeliyiz" çağrısıyla, Demokratik Muhalefet Meclisi ve Demokratik Muhalefet Cephesi önerilerimizi gündeme getirmiştik. M. Ali Baran imzalı bu yazının bir yerinde de şöyle deniyordu: "DEVRİMCİ mücadele, devrimci cephe perspektifiyle, birleşik mücadeleyi hayata geçirmek için süratle yol almaz ve somut sonuçlar yaratamazsa oligarşi, emperyalizmin, TÜSİAD'ın ve de reformistlerin düzen içi çözümleriyle halk kitlelerinin devrimci potansiyelini bir süre daha kendi çıkarları için kullanacak demektir."

YAKLAŞIK 11 yıl sonra yine aynı noktaya, aynı tehlikeye işaret etmek durumundayız. Evet, eğer biz halkın mücadelesine önderlik edebilecek devrimci demokratik bir cepheyi kuramazsak, kitlelerin demokrasi özlemlerini, şeriatçılığa, gericiğe karşı çıkışlarını, hatta emperyalizme karşı tepkilerini, kâh kendini "ulusalcı" olarak gösteren faşistler, CHP gibi düzen güçleri, Avrupa Birlikçiler, istismar etmeye, alıntıdaki deyişle kendi çıkarları için kullanmaya devam edeceklerdir. Bunu önlemek için solun cephe birliğini sağlamalıyız. Bunu önlemek için halk güçlerinin bir cephe içinde güçlerini birleştirmesini sağlamalıyız.
***
CEPHE, bir çok ülkede, farklı zamanlarda farklı biçimlere bürünmüştür. Fakat solu ve halkı birleştiren bir örgütlenme zemini olarak cephe düşüncesinin kendisi, bir iddianın tezahürüdür. Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin ve iktidar
iddiasının ete kemiğe
bürünmüş halidirler.
*
Halkın ve solun karşı karşıya olduğu sorunlar,
parlamento çatısı altına
sığdırılamayacak kadar çok;
düzenin parlamentosu, halkın sorunlarının çözüm yeri olamayacak kadar dar ve göstermeliktir. Parlamenter mücadele içindekiler de bu gerçeği kabul edecektir. O halde, emperyalizme ve faşizme karşı devrimci demokratik bir cepheyi gerçekleştirme göreviyle, seçim sandığını birbirine karıştırmayalım.

Halka sandıktan yine çamur çıkacak!

Halka sandıktan yine çamur çıkacak!

Bugüne kadar hangi hükümet gelirse gelsin halkın çıkarı doğrultusunda hiçbir şeyin değişmediği, artık halk tarafından da bilinen bir gerçek. Bunu halkın kendisinin de dillendirmesine rağmen, bir alternatif geliştirememesinin çeşitli nedenleri var. Bu nedenlerin başında ise hiç kuşku yok ki, halk yığınlarına devrimci bir alternatif sunacak, kavratacak olan bizlerin, kitlelerle geniş bağlar kurmadaki eksiklerimiz ve yetersizliklerimiz gelmekte. Alternatifsizlik içinde olan halk yığınları, seçim dönemlerinde ya bireysel çıkarları gereği ya da şu veya bu biçimde etkilendiği kişilere, duyulmak istenenleri söyleyenlere, “çaresizliğin çaresi” olarak oy vermektedir.

Özellikle de seçim dönemlerinde ortaya çıkan çok sayıda adayın ortak iddiasını ise, “kendisi için değil, ülke menfaatine çalışacağı” söylemi, daha doğrusu yalanı oluşturuyor. Seçim dönemlerinde yapılan bir sürü yolsuzluk, adeta bir sektör olmuş durumda. Kurulan şirketler, ortada dolaşan rüşvetlerin, arsa, ihale gibi resmi-gayri resmi “seçim yatırımlarının” haddi hesabı yok. Her dönem olduğu gibi bu dönemde de bir sürü yolsuzluk “yol” oluyor gene. Bunları örneklendirmek gerekirse; AKP seçilmeden önce İzmir Seferihisar İlçesi’ne bağlı Doğanbey Belediyesi sınırları içerisinde, 1600 dönümlük arazi satın alan Kombassan Holding, arazide termal tesis yapmak istedi. Bu arazinin bir kısmı orman arazisi, bir kısmı da sit alanı olduğu için inşaat ve elektrik için izin verilmedi. Yapılan tüm senaryolara rağmen alınamayan izinler, AKP hükümet olduktan sonra, orman arazisi de dâhil (o dönem ağaçlandırma çalışması vardı bölgede), Kombassan Holding’in elinde kaldı. Neredeyse her hükümet kendinden önceki hükümetleri, yok şu yolsuzluğu yaptı, yok o ihaleye fesat vb. ithamlarla, çıkarları ters düştüğü oranda, sözde mahkum ederek, kendi pisliklerini-yolsuzluklarını kapatmaya çalışıyor.

Halk seçimlerin neresinde?

Tüm sistem partileri seçimden seçime, adeta bir aşağılama çalışması gibi, halkın karşısına çıkıp, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, “bu vatanı bu vatanın evladıyla kalkındıracağız” vb. bir yığın ayakları yere basmayan vaatte bulunuyorlar. Seçim dönemi hepsi birer “halk çocuğu” olan parti liderleri seçimden sonra, halkına, “ananı da al git!” veya “babalar gibi satarım” şeklinde “minnetlerini” belirtiyorlar.

Seçim dönemlerinde neredeyse seçim propagandasının bir gereği haline gelen, neredeyse bir yasalaşmadığı kalmış, birçok aşağılayıcı, sahtekâr yöntem mevcut. Halka, kömür, kuru gıda, giyecek, para-altın vb. “yardımı”, kaçak yapıya teşvik ve daha bir sürü “seçim yatırımı” yapılıyor. Bunların belki de Aziz Nesin öyküsü denebilecek nitelikte olanlarından birisi de yakın tarihte yaşandı. Gazetemizde yer vermiştik hatırlarsınız; Tuzla-Aydınlı’da bulunan Konaşlı Mahallesi’nde 2 ev yıkılmış ve 30 evin daha yıkılacağı söylenmişti ve Belediye o günlerde çeşitli gerekçeler öne sürerek halkla görüşmüyordu. Yakın tarihte bir kısım AKP’li “hayırsever” Belediye’nin “haberi olmadan”, evleri yıkılan insanların evlerini yeniden inşa ettiler, kısmen yıkılanları da onardılar! Bir de güya çok mütevazı bir şekilde evlerini yaptıkları insanlara, “kimseye söylemeyin” diye tembihlediler. Evi yıkılan insanlar buruk bir mutluluk yaşasalar da, gerçeklerin farkındalar, “gene yıkacaklar evimizi, seçim için yaptılar” diyorlar. Seçim dönemlerinde yaşanan, halk yığınlarını kandırmaya, aklını çelmeye dönük bu durum ülkenin, hatta dünyanın her yerinde benzer sahtekarlıklarla gerçekleşiyor. Tabi uygulandığı yere göre uygulanış şeklinde de değişiklikler oluyor.

Kürtlere hizmet yok

T. Kürdistanı’nda durum daha faşizan bir şekilde kendisini gösteriyor. Kimliklerinden dolayı halka hizmet götürmeyen belediye başkanları bunu bir görev sayarak övünerek söylemekten çekinmiyor. “Ben Kürtlerin olduğu mahalleye hizmet vermem!” diyen MHP’li Iğdır Belediye Başkanı Nurettin Aras ve onun gibileri seçim döneminde halka hizmet vaat etmekten geri durmuyorlar. Nurettin Aras’ın halk arasında ayrımcılık yaptığının somut kanıtı olan bir gelişme, geçtiğimiz günlerde basında yer aldı. tabii basında derken, Doğan Holding’e bağlı uşak basından söz etmiyoruz. DİHA tarafından verilen haberde şöyle denmekte:

“MHP’li Belediye Başkanı Nurettin Aras’ın Iğdır’da, öncelikle Azerilerin yaşadığı mahallelere hizmet götürdüğü, Kürt mahallelerini ise ihmal ederek ayrımcılık yaptığı iddia edildi.

Nüfusu Azeriler ve Kürtlerden oluşan Iğdır’da, Kürtlerin yaşadıkları mahalleler çamurdan geçilmezken, Azerilerin oturduğu mahallelerde yolların asfalt olması dikkat çekiyor. DTP’li Belediye Meclis Üyesi Mehmet Avcı, MHP’li Belediye Başkanı Nurettin Aras’ın daha önce Kürt mahallelerine yatırım yapmayacağını açıkça söylediğini iddia etti.

5 Kürt mahallesinin bulunduğu Iğdır’da Kürtlerin yaşadığı mahallelerdeki çöpler bile toplanmıyor. Azerilerin yaşadığı mahallelerin imar planı tamamlanarak altyapı sorunu çözülürken, sokakların asfaltlanması ve çöplerin düzenli şekilde toplanması dikkat çekiyor. Belediye son olarak Azeri mahallelerine parke taşı döşemeye başladı. Mehmet Avcı, Belediye Meclis toplantılarında bu konuyla ilgili yaptıkları itirazlara, Belediye Başkanı Aras ve yakınlarının, ‘Bize oy vermeyenlere asla hizmet götürmeyeceğiz’ diye cevap verdiğini iddia etti. Konuyu birçok kez meclis toplantılarında gündeme getirdiklerini dile getiren Avcı, ‘DTP’li encümenler olarak 7 kişiyiz, onlar ise 18. Bu yüzden istedikleri kararı çıkarıyorlar. Ama çok açık biçimde ayrım yapılıyor’ diye konuştu.

DTP Iğdır İl Başkanı Murat Yikit de, Iğdır’da Kürtlere yönelik çok ciddi bir ayrımcılık uygulandığını ifade etti. Eşit sunulmayan hizmetlerin Kürtleri mağdur ettiğini söyleyen Yikit, şunları dile getirdi: ‘Azeri mahallelerinin tümünün imar planı tamamlandı. Bu mahallelerin altyapı sorunları çözüldü. Yol ve park alanları hizmete girmiş. Ama Kürtlerin yaşadığı mahallelerin durumu içler acısı. İnsanlar çamurdan yürüyemiyor. Kanalizasyon suları açık alandaki kanallara aktarılıyor. Belediyenin bu tutumdan vazgeçmesi gerekiyor’ diye konuştu. 7 Kasım Mahallesi’nde oturan Makbule Sayar, belediyenin çöpleri bile toplamadığını ifade ederek, ‘Çevrede oluşan kirlilik koku yayıyor. Bu böyle gitmez. Bize çok büyük ayrımcılık uygulanıyor. Belediye Başkanı 8 yıldır bize bu eziyeti yapıyor’ diye konuştu. Belediye yetkilileri ise, tüm mahallelere eşit hizmet verdiklerini ve ayrım yapmalarının söz konusu olmadığını belirtti.”

T. Kürdistanı’nda yaşanan bu durum, neredeyse tüm bölgede benzerlikler taşımakta. Örneğin Şırnak’ta kış aylarında “kömür yok” denilerek dağıtılmayan kömürler, seçim kesinleşince tonlarca, hem de sıcak havaya rağmen dağıtıldı. Çoğu zaman oy verenlere dahi hizmet götürmeyen MHP vb. faşist partilerin belediye başkanları, DTP’li belediye başkanlarının halka hizmet götürme çabalarını da, orduyla el ele (askerin, belediye çöpleri toplamıyor diye yaptığı eylem gibi) engellemeye çalışıyorlar.

Emekçi semtler mağduriyet bölgeleri

Sistem partilerinin iktidara gelmeden önce türlü vaatlerde bulunmaları, işbaşına geldikten sonra tüm bu vaatleri yok saymaları ya da kendisine oy veren bölgelere her türden hizmeti götürüp, oy çıkmayan mahallelere hizmet vermeme pratikleri elbette sadece T. Kürdistanı için geçerli bir durum değil. Özellikle de on yıllardır büyük göç alan İstanbul’un “varoşları” bu uygulamayla yıllardan beri yüz yüze. İstanbul’un “nezih” semtleri sayılan, Avrupa yakasında Nişantaşı, Şişli, Bakırköy vb. Anadolu Yakasında ise Bostancı, Caddebostan, Suadiye gibi semtlerle, kentin dışına doğru dağılan emekçi semtlere götürülen (daha doğrusu götürülmeyen) hizmet arasındaki farkı kör gözler bile görebiliyor.

Özetle söylemek gerekirse, genel olduğu kadar, sistem partilerinin temsilcilerinden oluşan yerel yönetimlerden de bir fayda yok halka. Bu gerçekliği, seçimlerin yaklaştığı şu günlerde, yapılacak olan yerel değil, genel seçimler olsa da, halk yığınlarına anlatma ve bu yönlü en geniş propaganda yapma zamanıdır. Bunun bir sistem sorunu olduğunu, kişiler değişse de, sistem değişmediği sürece, var olan tüm bu sorunlarda da bir değişiklik yaşanmasının, sorunların tümden ortadan kalkmasının mümkün olmayacağını anlatmak-kavratmak bu süreçteki görevlerimizdendir. Bizler biliyoruz ki, bu ülkede “Karaoğlan” lakaplı Ecevit iş başına geldiğinde, ‘70’li yıllarda Maraş, Çorum katliamları, 2000’de iktidardayken de hapishanelerde ülke tarihinin en vahşi katliamı gerçekleşti. Halk düşmanı politikalar en yoğun olarak bu dönem hayata geçirildi. Kısacası, geçmişten beri olduğu gibi, bugün yine emekçilerin ve özellikle de Alevilerin oylarına göz diken ve “en halkçı” olma iddiasını “koruyan” sosyal demokrat partiler ne zaman işbaşına geldiyse, katliamlar yolsuzluklar ve sosyal yıkım daha da arttı. Emekçi semtlerdeki halk yığınları en büyük tokadı büyük umutlarla oy verdikleri bu partilerden yediler. AKP, DYP, MHP vd. faşist partiler döneminde olduğu gibi, CHP, SHP vd. sözde “halkçı” özde ise yine faşist partiler döneminde de halkın payına yine, asfalt yerine çamur, ekmek yerine işsizlik açlık, yoksulluk, barınma hakkı yerine gecekondu yıkımı ve bir bütün olarak sosyal yıkım düşmekte.

Üreten biziz, yöneten de biz olacağız!

Bizler onlar için seçim döneminde oy vermesi beklenenler, seçimden sonra, “anamızı alıp gitmesi, babalar gibi satılması gerekenleriz.” Bizler, tersanede, ölüsü aylar sonra bulunan, iş cinayeti kurbanlarıyız! Bizler, deri sanayinde direnişte jandarma saldırısıyla yüz yüze gelince, “oğlum biz bunlara ne yaptık, onlar da bizim çocuklarımız, ama bize küfür ediyorlar, ekmek parası için, yaşamak için hakkımızı istiyoruz” diyen sendikalı kadının isyan feryadıyız! Bizler, “gözümüzü toprak doyurması” gerekenleriz! Bizler, hayatları ellerinden alındıktan sonra evleri de yıkılan, “burada bu kadar genç var, bunun hesabı sorulur elbet!” diyenleriz! Bizler, “iyi çocukların” korkusu, halkların kardeşliğiyiz! Bizler, makineye kaptırılan kol, Ordu’da miting alanında köylüyüz! Ve bunun içindir ki, bu seçimlerde de yine sizleri boykot edecek ve bizleri ve bir bütün olarak emekçi halkı aldatmanıza izin vermeyeceğiz. Bizler, üreten, yaratanız! Bunun içindir ki, er geç halk iktidarını kuracak ve bizler olacağız yöneten! (Kartal)