Kendini değil sömürüyü öldür
İntihara teslim olan her işçi, geride kalanlar üzerinde de çaresizlik basıncını arttırıyor.

İkincisi; "Madem hiç durmadan bedel ödüyorum üstelik hiç durmadan şu dünyayı yaratanlardan biri olduğum halde bu bedelleri açlıkla, sefaletle, işsizlikle, çocuklarımın artık istemekten yani yaşayamadıkları çocukluklarından vazgeçerek, babalarına / annelerine acıyan ama bir o kadar boş gözlerle baktıkları bu dünyanın artık yaşanacak bir yanı kalmamıştır" diyerek ölüme kaçmak...
İkiyol ve tek bir gerçek seçenek var işçi sınıfının önünde!
Ancak son günlerde ikinci yol yani, herşeyden vazgeçerek ölümün hiçliğine kaçış yine artış gösteriyor.
Yalnızca bugünün haber sitelerine düşen ya da bizim gözümüze takılıp kalan iki intihar söz konusu.
Eskişehir, Orhangazi Mahallesi'nde ikamet eden 43 yaşındaki E.A., polis tutanaklarına göre, girdiği bunalım neticesinde kendini evinin kömürlüğüne iple astı.
İşsiz ve 2 çocuk babası olduğu öğrenilen E.A.'nın cesedi, yakınları tarafından bulunur. E.A.'nın, 3 yıl önce boşandığı eşiyle yeniden birlikte yaşamak istediği, ancak eski karısının bu teklifine olumsuz yanıt verdiği öğrenildi.
43 yaşında ve işsiz yani geleceksiz bir işçiyi karısı da taşımak istememiştir. En yakınında olan ya da olması gereken bir insana bile gelecek güveni vermeyen birinin, bugün milyonlarla ölçülen işsiz işçinin durumu işte bu.
Tıpkı Adana’da işsizlik nedeniyle girdiği bunalımın sonucunda kendini iple tavana asarak yaşamına son veren 27 yaşındaki Durmuş Baliç gibi.
Baliç iş bulamadığı için önce çalışmak için Rusya'ya gitmiş, ancak bir süre sonra işten çıkartılınca kaçtığı hiçliğe geri dönmek zorunda kalmış. Aynı işsizlik, aynı kapanan kapılar, aynı “iş olduğunda, kadro boşaldığında seni çağırırız” diyerek baştan savmalar.
Aynı evin dört duvarı, annenin, onu babaları yerine koyan kardeşlerinin yardım isteyen, çevrenin küçümseyen bakışları. Utana sıkıla anneden alınan 3-5 kuruşla gidilen kahvede iyi-kötü para bulabilen arkadaşların otlakçılık alayları...
Gazetelerin iş ilanlarından, tanıdık, bildik işyerlerinden bir şey çıkmaması, iş bulamamasıyla gelecek beklentilerinin gün günden erimesi, umudunun yitip, bir şeylerin değişeceğine dair inancının tükenmesi çok sürmez.
Önceki gün, saat 23:00 dolaylarında içerden hiç ses gelmemesine rağmen ışığı yanan odaya giren annesi Yurt Mahallesi 252. Sokak, 10 numaralı evlerinin tavanında sallanan oğlunun bedeniyle karşılaşır.
Bağırarak yardım isteyen anne, diğer çocuklarıyla birlikte asılı olan Baliç’i yere indirse de, ailenin haber vermesiyle olay yerine gelen sağlık ekipleri Baliç’in öldüğünü kayda geçer.
43 ya da 27, yaşın hiçbir önemi yok kapitalizmin sakız gibi çiğnediği insanları, "Artık işe yaramıyor" diyerek tükürüp atması için... Şehrin, yapılan işin, ustalık derecesinin, evli ya da bekar olmanın... Hiçbir şeyin önemi yok patronların gözünde...
Tek bir şeye bakıyorlar; çalıştığında kazandıracağı ne kadar, çalıştırılmadığında kazanamayacağı ne kadar. Onun işini bir başkasının sırtına yıkarak, iliğini, kemiğini emerek ama beş para vermeden yaptırabiliyor mu?
Ötesi zerre kadar umurunda olmadığı gibi, tam tersine bu türden bireysel teslimiyet ve/veya kaçış tavırları ile elini güçlendiriyor.
İntihara teslim olan her işçi, geride kalanlar üzerinde de çaresizlik basıncını arttırıyor. Koşulsuz itaati, sınıf düşmanına iradelerin teslimiyetini örgütlüyor.
Bu yüzden herkesin iş ve çalışma hakkını savunmak, işsiz sınıf kardeşlerimizin durumuna acımaktan, insani bir yardılaşmadan çok daha önce ve çok daha fazla çalışan işçilerin kendi yaşam koşullarına ve geleceklerine sahip çıkmalarıdır.
Hala ve tek gerçek; kendisi için dövüşmeyenin düşmanı, düşmanının davası (karı) için dövüştüğüdür.
Bağlantılı kayıt: Çalışma koşulları intiharları arttırdı





Fabrika işçisi kadınlar, evin kölesi kadınlar… Emekçi kadınlar öfkeli soluklarıyla sokaktalar. Evde, fabrikada, hayatın her alanında aşağılanmalara, tacize, ağır çalışma koşullarına ve cinsel ayırımcılığa maruz kalan kadınlar “Artık yeter” diyerek sokaklarda haykırıyorlar!
Tarih 8 Mart 1857'yi gösterirken, Amerika’da Chicagolu kadınlar sokaklara çıkıyorlardı. Tarih onların çifte ezilmişliklerini yazdı hep. İşte şimdi yaşamlarının bu döngüsüne bir çomak sokuyorlardı. Binlerce yıllık kahırla, kinle, umutla dolduruyorlardı alanları.
Ne istiyordu emekçi kadınlar? Günde 15 – 16 saate varan vahşi sömürü koşularına karşı 10 saatlik iş günü istiyorlardı. Erkekler gibi, eşit işe eşit ücret istiyorlardı. Aşağılanmak, hor görülmek, ayırımcılığa maruz kalmak istemiyorlardı. Tüm bu taleplerini “Ekmek ve Gül İstiyoruz” diye özetliyorlardı. “Ekmek” daha iyi bir ücret ve karın tokluğunu simgelerken “Gül” daha kaliteli yaşam koşullarını simgeliyordu.
“Ekmek ve Gül” isteyenlerin karşılarında patronun polisi vardı. Yürüyorlardı. Saflarından kızkardeşleri ölerek, yaralanarak düşüyordu bir bir. Yürüyüş ve grevleri kanla bastırıldı.
Ama Chicago’nun sokakları ve kadınları, O günü asla unutmayacaktı.
Hatırasını kızıl bir gül gibi taşıyacaklardı göğüs kafeslerinin içinde. Bir kez silkinip kalmışlardı işte. Onları boyunduruk altına almak artık kolay olmayacaktı.
Bin yıl da geçse daha demincek
Aradan 50 yıl geçti. 8 Mart 1908’de Chicagolu kadınlar bir kez daha doldurdu alanları. Bu defa 50 yıl önceki taleplerine yenilerini eklemişlerdi: 8 saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeği ile ilgili yasa istiyorlardı. Direniş yine patronların kendilerine has yöntemleriyle, kanla bastırıldı. 140 kadın öldürüldü birçoğu da tutuklandı.
Ancak ateş yakılmıştı bir kere. Bu mücadele kıvılcımı bütün dünyayı saracak, emekçi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir pusula olacaktı. Mücadeleyle geçen bu süreçten sonra kadınlar birçok hak elde etmeyi başarmışlardı.
Chicagolu kadınlar hala önümüzde yürüyor
Alman komünist Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’daki Kadın Konferansı’nda, öldürülen kadınların anısına, 8 Mart’ın “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonal‘e önerdi. Enternasyonal’de bu öneri kabul edildi. (Enternasyonal, işçilerin uluslararası mücadele birliğidir.)
1975 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan ederken kimilerinin düşündüğünün aksine, 8 Mart’ın özünü, gerçek içeriğini boşaltmanın ilk adımını da atıyordu. Ve o tarihten bugüne dek dünyada iki farklı 8 Mart kutlanması gelenek haline geldi.
8 Mart, dünya tarihine patronların ezdiği işçi kadınların, burjuvalara karşı verdiği zorlu ve kanlı mücadelesiyle yazıldı.
Öyleyse 8 Mart’la burjuvazinin işi ne?
Çünkü binlerce yıl da geçse onun hatırlanmasını, sokaklarda kutlanmasını engelleyemiyor. Engelleyemiyorsan evcilleştir. Kendi kabul edeceğin sınırlara çek. İşçi ve emekçilerin kafasını bulandır. Yaptıkları budur. 8 Mart’ı bir mücadele günü olmaktan çıkarmak, kadın işçi ve emekçilerin belleğinden silmek. Sulu bir kadına hediye almak günü olarak yaygınlaştırıp yozlaştırmak.
Oysa, 8 Mart emekçi kadınların özgürlük ve emek mücadelesinde önemli bir mihenk taşıdır. İşçi kız kardeşlerimizin gözüpek mücadelesiyle yazılan bu tarih, biz işçi ve emekçi kadınların bugünkü mücadelesine taşınarak yaşatılabilir.
Yürüyeceğimiz yol, yüzlerce yıl önce Chicagolu kadınlar tarafından çizilmiştir. Öyleyse; YÜRÜYELİM!
“Önderlerini vur”
Yazılarındaki teorik hatalara rağmen Rosa Luxemburg, Alman ve uluslararası işçi sınıfının önde gelen önderlerinden birisiydi. Burjuvazi, proleter yığınlar içinde kök salmış Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfı önderlerinin ne denli tehlikeli olabileceklerini çok iyi biliyordu ve bu nedenle her türden aracı kullanarak onlarla mücadele ediyordu.
Kapitalist düzeni sarsan Kasım devriminden ve arkasından gelen Ocak ayaklanmasından sonra açık katliamlar gerçekleştirmekten de çekinmemeye başladılar. “Önderlerini vur” yazılı afişler her tarafa yayıldı ve proletaryanın önderlerinin avına çıkıldı.
SPD’nin doğrudan katılımıyla, Soğuk bir kış günü, 15 Ocak 1919′da Rosa, Liebknecht ve Wilhelm Pieck gözaltına alındı. Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht cellatların elinde kaldı.
Luxemburg’un başı dipçikle ezildi, ölene kadar dövüldü. Liebknecht de başına sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Son nefeslerine kadar cesur ve kararlı olan iki devrimcinin bedenleri, Landwehr Kanalı’na atıldı. Aylarca bulunamadılar.
“15 Ocak’ta görüşmek üzere…“
Ama burjuvazinin onları kaybetme planı tutmadı. Onların anısı bugün de canlıdır. Onların ve Alman komünist-devrimcilerinin anısına Berlin’de yapılan Anıt mezar, her sene 15 Ocak’ta enternasyonalizmin en sıcak yaşandığı anlara sahne olur. Hangi ulustan olduğu bilinmeyen, değişik yaşlarda binlerce insan, “iğne atsan yere düşmez” kalabalıkta iç içedir. Sınıfsız-sömürüsüz dünya özleminin dolayımsız ifadesi olan Enternasyonal, birçok değişik dilden, hep birlikte söylenir.
“İdeallerini/ ideallerimizi yaşatmak için, seneye 15 Ocak’ta görüşmek üzere…” diyerek ayrılınır oradan…
Meksika işbirlikçi burjuvazisinin kamu işçi ve emekçilerine saldırısı yalnızca ekonomik de değil. Burjuvazi, bu saldırılarla asıl olarak, başta son dönemde militan direnişlerle öne çıkan eğitim emekçileri olmak üzere kamu emekçilerinin direncini kırmaya çalışıyor. Kamu emekçilerinden de cevabını anladığı dilden alıyor!
Meksika'da 1 Mayıs, 2, 3, 4 Mayıs'a ve sonrasına, giderek kitleselleşen ve ülke çapında yaygınlaşan grev, gösteri ve işgallerle taşınıyor. Meksika'da başını Ulusal Öğretmenler Sendikası'nın çektiği direnişin startı, 1 Mayıs gösterilerin hemen ardından 2 Mayıs'ta 100 bin öğretmenin yasa tasarısına karşı mahkemelere eylemli başvurularıyla verildi.
Aynı gün kuzeydeki Chihuahua'dan güneydeki Chipas'a kadar onbinlerce kamu emekçisi, işçi ve öğrenci, ülke çapında gösteriler başlattı. Sayısız kitle gösterisi yapıldı, bazı devlet binaları işgal edildi, otoyollara barikatlar kuruldu, ABD ve Guatemala sınırları göstericiler tarafından kapatıldı.
Chihuahua şehriyle birlikte, geçtiğimiz aylarda görkemli bir direnişin yapıldığı Oaxaca şehri de göstericiler tarafından yeniden işgal edildi. Tamualipas'ta meydanları ve hükümet-belediye binalarını benzer bir işgal girişimi ise şimdilik sonuçsuz kaldı.
Göstericiler sosyal güvenlik ve emeklilik yasasının yanısıra, Meksika'nın ABD ile yoğunlaşan "güvenlik işbirliği anlaşmaları"nı, enerji kaynaklarının özelleştirilemesini ve artan hayat pahalılığını protesto ediyorlar. ABD'nin onlarca Kübalının katili kontra