
"Bu genç, 1995-97 de İstanbul, İkitelli bölgesinde hareketimizle kısa süreli bağlantı içinde oldu. Hapisten çıktıktan sonra bizimle ilişkisi sona erdi. O günden bu yana ne yaptığını bilmiyoruz. Hiçbir davranışından sorumlu değiliz."Aynı sorumlu, saldırının "DTP'yi seçim sürecinde yalnız bırakmayı hedefleyen, politik bir planın parçası" olarak değerlendirdi.Görüşme bittikten kısa süre sonra e-posta ile gönderilen açıklamada da TİKB,
"bütün tarihi boyunca, hangi gerekçe ve nedenle olursa olsun bu tür kör terör eylemi biçimlerine başvurulmasını şiddetle eleştirmiştir" deniyor ve "eylem anlayışı içerisinde masum ve savunmasız sivilleri hedef alan hiçbir biçime yer yoktur, asla olmamıştır ve asla olmayacaktır!"diyerek vurgulanıyor.Böyle gazeteciliğe böyle güvenlikMilliyet internet sitesi, haberinin dibine şunu da iliştirmiş:
"Fazla tanınmayan örgütün üyesi olan Akkuş'un cezaevinde PKK'lılarla temas ederek bu örgüte de kaymış olabileceği belirtiliyor."Böylece kıyametler kopartılarak başlayan haber, sonunda kendi kendini öldürüyor. Kim belirtiyor, neden belirtiyor, hiçbir kesinliği olmayan bu bilgilerle neden toplumsal öfke, önce dayanaksız bir biçimde Kürtler'e, sonra solculara, devrimcilere yöneltiliyor?Gazeteci böyle de yurt savunması kendisine emanet olan Genelkurmay başkanı gazeteciden daha mı sorumlu davranıyor dersiniz?Buyurun Hürriyet haberine:
"Orgeneral Büyükanıt, olayın kendisini derinden sarstığını, patlama yerini gördükten sonra asker gözüyle değerlendirdiğinde, bunun basit bir patlama olmadığını ifade etti. Orgeneral Büyükanıt, "Organize bir terör örgütünün patlamasıdır"dedi. Terör örgütünün hedefinin ne olabileceği sorusuna Orgeneral Büyükanıt, "Şimdi bunu her büyük şehirde bekleyebilirsiniz... Olur demiyorum ama büyük şehirlerde böyle şeyleri yapabilirler" diyerek karşılık verdi.Orgeneral Büyükanıt, "Türkiye'nin bundan sonraki tavrı ne olmalıdır?" sorusunu yanıtlarken "Şimdi ben bir şey söyleyeyim size; Bu terör örgütünün arkasındaki kurumlara bakmamız lazım. Terör örgütlerini kim besliyor bunlara bakmamız lazım, başka bir şey söylemeyeceğim. Yorumlarını size bırakıyorum" dedi.Neresinden tutalım?Neden iç güvenlik konularıyla genelkurmay başkanı ilgilenir? Neden kuvvet komutanlarını toplayıp herkesten evvel "olay yerine intikal" eder? Madem ilgilenir, neden "her büyük şehirde böyle şeyler bekleyebilirsiniz" diyerek, bu konulardaki temel güvenlik ilkesini çiğneyip herkesi, her an her yerde bir büyük bir patlama korkusu içine sokar?Neden, nerede bir şehre yönelik bir bombalama cereyan etse, Genelkurmay Başkanımız konunun içine dalar ve ayrıntılar hakkında fikir yürütür: "Ali'yi tanırım, iyi çocuktur, o bombayı o atmamıştır," "patlama yerini gördüm anladım bu organize terör örgütü patlaması" -organize olmayan terör örgütü patlaması da olduğunu anlıyoruz böylece!Bunlar laf değil, Genelkurmay Başkanı söylüyor. Şimdi ne yapmamız gerekiyor, Genelkurmay başkanına güveneceksek? Nasıl "bekleyelim" yani? Mezbahadaki koyunlar gibi mi bekleyelim? Ya da bundan böyle büyük çarşılara gitmeyelim mi? Tren istasyonlarında durmayalım mı, sokağa çıkmayalım mı? Ne demek "her büyük şehirde bekleyin"?Ya da Hürriyet'in Ertuğrul Özkök'ünün dediğini mi yapalım, "kaderde varsa havaya uçmak, uçalım biz de" diyerek aldırmayalım, her yere bayrak asalım, hiçbir şey yokmuş gibi yapalım ve "bummmm"... Sonraki patlamada birimiz, birçoğumuz havaya uçalım. Vatanı sevelim. Siz de bizim cenazemizi sevin! Bu hiç bitmesin! Var mı böyle bir güvenlik?Yoksa bütün bunlar laf mı? Her gün bir şehir havaya uçsun da ne olursa olsun, biz de seçimlerde "özgürlük partisi"ne değil "güvenlik partisi"ne oy verelim diye mi, bütün bunlar? "Güvenlik partisi", "özgürlük partisi"ne karşı seçim kampanyasını böyle mi yürütüyor yoksa: Vatandaşı topun ağzına yerleştirerek, onu korkudan öldürerek ve sonra korkmamış gibi yapmasını isteyerek?"Güvenlik" yalanı bu! Ya da sadece yalanları güvenceye alan, vatandaşına kasteden, ona kuru sıkı atılan bir topun içine sıkıştırılan paçavra kadar değer veren yalandan bir güvenlik...








Fabrika işçisi kadınlar, evin kölesi kadınlar… Emekçi kadınlar öfkeli soluklarıyla sokaktalar. Evde, fabrikada, hayatın her alanında aşağılanmalara, tacize, ağır çalışma koşullarına ve cinsel ayırımcılığa maruz kalan kadınlar “Artık yeter” diyerek sokaklarda haykırıyorlar!
Tarih 8 Mart 1857'yi gösterirken, Amerika’da Chicagolu kadınlar sokaklara çıkıyorlardı. Tarih onların çifte ezilmişliklerini yazdı hep. İşte şimdi yaşamlarının bu döngüsüne bir çomak sokuyorlardı. Binlerce yıllık kahırla, kinle, umutla dolduruyorlardı alanları.
Ne istiyordu emekçi kadınlar? Günde 15 – 16 saate varan vahşi sömürü koşularına karşı 10 saatlik iş günü istiyorlardı. Erkekler gibi, eşit işe eşit ücret istiyorlardı. Aşağılanmak, hor görülmek, ayırımcılığa maruz kalmak istemiyorlardı. Tüm bu taleplerini “Ekmek ve Gül İstiyoruz” diye özetliyorlardı. “Ekmek” daha iyi bir ücret ve karın tokluğunu simgelerken “Gül” daha kaliteli yaşam koşullarını simgeliyordu.
“Ekmek ve Gül” isteyenlerin karşılarında patronun polisi vardı. Yürüyorlardı. Saflarından kızkardeşleri ölerek, yaralanarak düşüyordu bir bir. Yürüyüş ve grevleri kanla bastırıldı.
Ama Chicago’nun sokakları ve kadınları, O günü asla unutmayacaktı.
Hatırasını kızıl bir gül gibi taşıyacaklardı göğüs kafeslerinin içinde. Bir kez silkinip kalmışlardı işte. Onları boyunduruk altına almak artık kolay olmayacaktı.
Bin yıl da geçse daha demincek
Aradan 50 yıl geçti. 8 Mart 1908’de Chicagolu kadınlar bir kez daha doldurdu alanları. Bu defa 50 yıl önceki taleplerine yenilerini eklemişlerdi: 8 saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeği ile ilgili yasa istiyorlardı. Direniş yine patronların kendilerine has yöntemleriyle, kanla bastırıldı. 140 kadın öldürüldü birçoğu da tutuklandı.
Ancak ateş yakılmıştı bir kere. Bu mücadele kıvılcımı bütün dünyayı saracak, emekçi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir pusula olacaktı. Mücadeleyle geçen bu süreçten sonra kadınlar birçok hak elde etmeyi başarmışlardı.
Chicagolu kadınlar hala önümüzde yürüyor
Alman komünist Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’daki Kadın Konferansı’nda, öldürülen kadınların anısına, 8 Mart’ın “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonal‘e önerdi. Enternasyonal’de bu öneri kabul edildi. (Enternasyonal, işçilerin uluslararası mücadele birliğidir.)
1975 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan ederken kimilerinin düşündüğünün aksine, 8 Mart’ın özünü, gerçek içeriğini boşaltmanın ilk adımını da atıyordu. Ve o tarihten bugüne dek dünyada iki farklı 8 Mart kutlanması gelenek haline geldi.
8 Mart, dünya tarihine patronların ezdiği işçi kadınların, burjuvalara karşı verdiği zorlu ve kanlı mücadelesiyle yazıldı.
Öyleyse 8 Mart’la burjuvazinin işi ne?
Çünkü binlerce yıl da geçse onun hatırlanmasını, sokaklarda kutlanmasını engelleyemiyor. Engelleyemiyorsan evcilleştir. Kendi kabul edeceğin sınırlara çek. İşçi ve emekçilerin kafasını bulandır. Yaptıkları budur. 8 Mart’ı bir mücadele günü olmaktan çıkarmak, kadın işçi ve emekçilerin belleğinden silmek. Sulu bir kadına hediye almak günü olarak yaygınlaştırıp yozlaştırmak.
Oysa, 8 Mart emekçi kadınların özgürlük ve emek mücadelesinde önemli bir mihenk taşıdır. İşçi kız kardeşlerimizin gözüpek mücadelesiyle yazılan bu tarih, biz işçi ve emekçi kadınların bugünkü mücadelesine taşınarak yaşatılabilir.
Yürüyeceğimiz yol, yüzlerce yıl önce Chicagolu kadınlar tarafından çizilmiştir. Öyleyse; YÜRÜYELİM!
“Önderlerini vur”
Yazılarındaki teorik hatalara rağmen Rosa Luxemburg, Alman ve uluslararası işçi sınıfının önde gelen önderlerinden birisiydi. Burjuvazi, proleter yığınlar içinde kök salmış Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfı önderlerinin ne denli tehlikeli olabileceklerini çok iyi biliyordu ve bu nedenle her türden aracı kullanarak onlarla mücadele ediyordu.
Kapitalist düzeni sarsan Kasım devriminden ve arkasından gelen Ocak ayaklanmasından sonra açık katliamlar gerçekleştirmekten de çekinmemeye başladılar. “Önderlerini vur” yazılı afişler her tarafa yayıldı ve proletaryanın önderlerinin avına çıkıldı.
SPD’nin doğrudan katılımıyla, Soğuk bir kış günü, 15 Ocak 1919′da Rosa, Liebknecht ve Wilhelm Pieck gözaltına alındı. Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht cellatların elinde kaldı.
Luxemburg’un başı dipçikle ezildi, ölene kadar dövüldü. Liebknecht de başına sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Son nefeslerine kadar cesur ve kararlı olan iki devrimcinin bedenleri, Landwehr Kanalı’na atıldı. Aylarca bulunamadılar.
“15 Ocak’ta görüşmek üzere…“
Ama burjuvazinin onları kaybetme planı tutmadı. Onların anısı bugün de canlıdır. Onların ve Alman komünist-devrimcilerinin anısına Berlin’de yapılan Anıt mezar, her sene 15 Ocak’ta enternasyonalizmin en sıcak yaşandığı anlara sahne olur. Hangi ulustan olduğu bilinmeyen, değişik yaşlarda binlerce insan, “iğne atsan yere düşmez” kalabalıkta iç içedir. Sınıfsız-sömürüsüz dünya özleminin dolayımsız ifadesi olan Enternasyonal, birçok değişik dilden, hep birlikte söylenir.
“İdeallerini/ ideallerimizi yaşatmak için, seneye 15 Ocak’ta görüşmek üzere…” diyerek ayrılınır oradan…
Meksika işbirlikçi burjuvazisinin kamu işçi ve emekçilerine saldırısı yalnızca ekonomik de değil. Burjuvazi, bu saldırılarla asıl olarak, başta son dönemde militan direnişlerle öne çıkan eğitim emekçileri olmak üzere kamu emekçilerinin direncini kırmaya çalışıyor. Kamu emekçilerinden de cevabını anladığı dilden alıyor!
Meksika'da 1 Mayıs, 2, 3, 4 Mayıs'a ve sonrasına, giderek kitleselleşen ve ülke çapında yaygınlaşan grev, gösteri ve işgallerle taşınıyor. Meksika'da başını Ulusal Öğretmenler Sendikası'nın çektiği direnişin startı, 1 Mayıs gösterilerin hemen ardından 2 Mayıs'ta 100 bin öğretmenin yasa tasarısına karşı mahkemelere eylemli başvurularıyla verildi.
Aynı gün kuzeydeki Chihuahua'dan güneydeki Chipas'a kadar onbinlerce kamu emekçisi, işçi ve öğrenci, ülke çapında gösteriler başlattı. Sayısız kitle gösterisi yapıldı, bazı devlet binaları işgal edildi, otoyollara barikatlar kuruldu, ABD ve Guatemala sınırları göstericiler tarafından kapatıldı.
Chihuahua şehriyle birlikte, geçtiğimiz aylarda görkemli bir direnişin yapıldığı Oaxaca şehri de göstericiler tarafından yeniden işgal edildi. Tamualipas'ta meydanları ve hükümet-belediye binalarını benzer bir işgal girişimi ise şimdilik sonuçsuz kaldı.
Göstericiler sosyal güvenlik ve emeklilik yasasının yanısıra, Meksika'nın ABD ile yoğunlaşan "güvenlik işbirliği anlaşmaları"nı, enerji kaynaklarının özelleştirilemesini ve artan hayat pahalılığını protesto ediyorlar. ABD'nin onlarca Kübalının katili kontra