2 Haziran 2007 Cumartesi

Komünistlere 3 bin yıl hapis talebi




İSTANBUL (01.06.2007)- 10 Eylül tutsaklarının iddianamesi tamamlandı. TMY terörü, editörlerimiz, yazarlarımız ve komünist tutsakların, binlerce yıl hapis istemiyle sürüyor. 8 aydır hakim karşısına çıkarılmayan tutsakların duruşma tarihleri hala belirsiz.
12 yaşında Uğur Kaymaz'ı 13 kurşunla katleden polisler, Şemdinli'de halka bomba atan astsubaylar, Başkana suikast hazırlığı içinde oldukları belirtilen Atabeyler kontrgerilla çetesi elemanları beraat ettirilirken, dava kararları bozulup ödüllendirilirken, “zararsız” denilerek beraatları talep edilirken editörlerimiz, yazarlarımız, devrimci sosyalist kimlikleri ile tanınan insanlar toplamda 3 bin yıl hapis cezası ile yargılanmak isteniyor.
Dosya avukatlara kapalı, polisin “delil imaline” açıktı
Dava dosyası aylarca gizli tutulduğu için ne ile suçlandıkları bilmeden 8 aydır cezaevinde bulunan 10 Eylül tutsaklarının iddianameleri bugün belli oldu. 8 ay boyunca avukatlara kapalı, siyasi polisin “delil imaline” ise açık bırakılan dosyadan komploya devam kararı çıktı. TMY terörünü ve muhalif düşünceye tahammülsüzlüğü resmeden iddianamede, 13 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis, 10 kişi hakkında ise 10,5 ile 45 yıl arasında değişen hapis cezaları istendi.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ali Cengiz Hacıosmanoğlu tarafından hazırlanan 292 sayfalık iddianameye göre; Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Çiçek, Yayın Koordinatörümüz Sedat Şenoğlu, Özgür Radyo Genel Yayın Koordinatörü Füsun Erdoğan, yazarlarımız Ziya Ulusoy ve Bayram Namaz ile tutsaklar Naci Güner, Arif Çelebi, Sultan Ulusoy, Adem Serkan Gündoğdu, Ali Hıdır Polat, Seyfi Polat, Mehmet Ali Polat ve Erkan Özdemir ağırlaştırılmış müebbet hapis, Erkan Salduz, Turaç Solak, Elif Almakça, Hatice Bolat, Fatma Siner, Hasan Ozan, Arzu Torun, Soner Çiçek, Fethiye Ok ve Bilgi Tağaç ise 10,5 ile 45 yıl arasında değişen hapis cezaları ile yargılanacaklar.
8 ay boyunca gizli tutularak “delil imal” edilmeye açık bırakılan iddianamede, 23 devrimci, 1994-2006 arasında gerçekleşen 296 eylemden sorumlu tutulmaya çalışılıyor.
Editörlerimiz hukuk cinayetini görmüş ve uyarmışlardı
Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Çiçek ve Genel Yayın Koordinatörümüz Sedat Şenoğlu, tutuklandıktan sonra çeşitli gazetelere gönderdikleri mektupta, operasyonun bir komplo olduğuna dikkat çekmiş, “Cinayeti gördük!” demişlerdi.
Mektupta şu ifadelere yer verilmişti:
“Gazetemiz Atılım, yine bir komployla karşı karşıya. Bizler, bu komplonun antikomünist güçler tarafından planlandığını ve uygulandığını düşünmekteyiz. Önce biz Genel Yayın yönetmeni ve Koordinatörü olarak “terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldık ve tutuklandık. Hemen arkasından da Atılım gazetesine “terör örgütünün propagandasını yapmak” gerekçesiyle 15 günlük kapatma cezası verildi. Bu durum, hazırlanan komplonun amacı ve derinliği hakkında yeterince açık fikir vermektedir.
Yeni Terörle Mücadele yasası, devrimci, yurtsever ve ilerici basını hedef tahtasının tam ortasına yerleştirmiş, savcılara da hücum talimatı vermiştir. Keyfiyette ve hukuksuzlukta sınır yoktur artık. Sıkıyönetim kafası tam tekmil harekete geçmiştir. Bizim hakkımızda hazırlanan dosyaya getirilen “gizlilik”, bu sıkıyönetim kafasının tipik bir örneği olmuştur. Savunma hakkımız anayasal hükümlere aykırı bir şekilde baştan itibaren ve tamamen kasıtlı biçimde elimizden alınmıştır.
Bizler daha öncesinde de gazetemize yönelik komplo tezgahı öngörüsüne sahiptik, bu hazırlığı görüyor ve deşifre etmeye çalışıyorduk. Bu nedenle şimdi karşı karşıya olduğumuz şeyin, bir “hukuk kazası” olmadığını çok iyi biliyoruz. Tam tersine, düpedüz ve kasıtlı olarak işlenen bir “hukuk cinayetidir” yaşanan. Bizler bu cinayeti gören ve yaşayan canlı tanıklarız.”

Tebdil-i kıyafet faşizm



Simit alırken dikkat edin verdiğiniz para size gaz, cop ve gözaltı olarak dönebilir!Seçim dönemine girilmesiyle birlikte iki ana kulvarda yarış başladı. İlki herzamanki bayalığı ile hemen tanınan “vaat sallama” kulvarı. Türkiye proletaryasının gün günden ağırlaşan yaşam koşullarındaki yıkımla da farkında olduğu yalanlar, yalnızca tuzaktaki yem kadar anlamlıdır. Muhafazakarı, liberali, sosyal demokratı, faşisti ve tüm ara kategorileriyle patronların ayakçıları olan partiler ava çıkmış durumdalar. Kim daha çok işçi, köylü, esnaf avlayacak? “Oy”ları şahsında “insanca ve sosyal yaşam”a olan özlemlerine ipotek koyacak, iradelerini kim gemleyecek? Ve tabi, kapitalist sömürünün devamını en iyi kim garantileyecek?
"Güven Timleri" bugün Vatan Emniyet Müdürlüğü bahçesinde basına fotoğrafta görüldüğü üzere böyle sergilendiler...Peki bu teşhirin tek amacı reklam mı? Hayır! Amaç, toplumsal paranoyayı yaymak... Bir simitçiye, piyangocuya, dilenciye vs. vs. sivil polis kuşkusu ve korkusuyla bakılmasını sağlamak...Tüm tartışma, kavga ve yarış bunun üzerine sürüyor. Ama hayat da, kapitalistlerin karları için hayata müdahaleler de durmaksızın devam ediyor.Kimilerinin "polis devleti" söylemiyle karşıladığı yasa ve yürütmeliklerdeki değişiklikler fiili uygulamalara resmiyet kazandırmakla sınırlı olmasa da sistemin faşist karakterini belirginleştirmekten öte anlam da taşımıyor.Bu uygulamalardan birini daha, İstanbul Emniyet Müdürlüğü bugün yaptığı tantanalı bir gösteriyle tanıttı. “Güven Timleri” ve “Yıldırım Ekipleri” adları verilen uygulamalar amiyane tabiriyle “Tebdil-i kıyafet” ederek aramıza katılacak sivil polislerle; gasp, hırsızlık, dolandırıcılık, kapkaç ve yankesicilik gibi suçlara karşı daha etkin mücadele edileceği “müjde”lendi.Hafızalarımızı biraz zorladığımızda, meydan ve caddelerle başlayıp sokaklara kadar sızan kameralı gözetleme sistemi için de aynı şeylerin söylendiğini hatırlayabiliriz.O zaman da, bildik “saklayacak bir şeyi olmayanın rahatsız olacak bir şeyi de yoktur” tehditleriyle karşılaşılmıştı. Ama ne kapkaçlar ne dolandırıcılıklar ne de gasplar bitti.Tersine kaybedecek hiçbir şeyi kalmayanlar, en kolay ulaşabildikleri, kendileri gibi insanları yani, aslında kendilerini hedefe çakarak saldırılarını artırarak devam ettirdiler. Kaybettiler ve kaybettiriyorlar.Şimdi tuzukurular ittifakı meydan cümbüşlerinde abartılı kitleselliklerinin de gazıyla, kerameti kendinden menkul bir “laiklik” savunuculuğuyla idare ederlerken, yapılan “kamuoyu yoklamaları”nda güvenlik, işsizlikle birlikte en önemli sorun olarak kayda geçiyor."Çiçekçi, ayakkabı boyacısı, pizza dağıtıcı ya da alkolik gibi davranarak" görev yapacak olan sivil polisler ("Güven" Timleri), kapitalistlerin hibe ettiği 179 motosiklet ve 359 otomobille donantılan "Yıldırım Ekipler"i tarafından desteklenecek.Peki bunca insanı Kirli Savaş yöntemi olarak köylerini, tarlalarını yakıp, beş parasız ve imkansız bırakarak zoraki göçlerle yerinden, yurdundan sürüp İstanbul, Adana, İzmir ve diğer şehirlere kim göçertti? Ya sürüldükleri yerlerde Kürt diye iş vermeyen, kılık kıyafetinden, kültür ve yaşam tarzından dolayı aşağılayanlar kimdi?O çok tantanası yapılan “özgürlükçülük” gösterilerinde, sürgün ve göçlerin, kirli savaşın komuta kademesiyle, proletaryaya ve emekçilere karşı rejimin pervasız savunucusu CHP ve tüm diğerleriyle kolkola giren sendika ve konfederasyonların kitleleri olan proletarya ile emekçiler, kime karşı ve kiminle yanyana olduklarının, kime yedeklendiklerinin ve sırtlarına basa basa hangi faşist politikaların hayata geçirildiğinin farkına varmalılar.“Yıldırım ve Güven Timleri” bu yolda yalnızca ilk adımlar. Kayıtsız ve rastgele gözaltılarıyla 1 Mayıs saldırıları hedeftekinin kim olduğunu yeterince net bir şekilde gösteriyor.“Daha meydana gelmeden önlenecek olaylar” için 12 Eylül günlerini hatırlamaya gerek yok. Kirli Savaşın hallaç pamuğu gibi salladığı Kürt illerine; bombayı attıktan hemen sonra halkın yakaladığı “iyi çocuk”ların sonuçta nasıl serbest kaldıklarına; birde iyiliğimiz için bombaladıklarını açıklayabilme pişkinliklerine; suçu olmadan önlemenin toplu gözaltılar ve işkenceler olduğuna gözucuyla bakıvermek yeterlidir.Suçun işlenmeden önce önlenmesi ile polisiye uygulamalar arasında ilişki kurulmasını Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal, “yeni bir konsept” olarak adlandırsa da, son İstanbul 1 Mayıs gösterilerinde hayata geçirilen, ulaşım hakkının bir bütün olarak gasp edildiği, adım başı kimlik kontrollerine paralel olarak gerçekleştirilen üst aramalar, gidilen yerin ve neden gidildiğinin ispat edilmeye zorlanıldığı uygulamalar, bir gerçekliğin altını kalınca çizer:Özgürlükler ancak uğruna mücadele edildiği ve bu mücadelenin gerekleri doğrultusunda örgütlenildiği kadardır. Yoksa, yalnızca ve mutlak olarak sömürüyle varolabilen kapitalizm, bu sömürünün hedef kitlesi olan proletarya üzerindeki şiddet ve zorla içiçe geçen egemenliğinden vazgeçmeyecektir.Yoksa, faşizme altlık olan orta sınıf tuzukuruluğu, Taksim kafelerinde, “hikmetinden sual olunamayacak” maskeli polislerin tokatlarından kurtarmıyor...