Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin ve iktidar iddiasının ete kemiğe bürünmüş halidirler.DEVRİMCİ, demokratik bir cephe ihtiyacı bugün başlamış değildir. Solun ve halkın birliğine duyulan bu ihtiyaç, 1990'ların ortalarından bu yana kendini şu veya bu biçimde hissettirmiştir. Fakat iki önemli gelişme, cephe düşüncesi ve özlemini yeniden daha güçlü bir biçimde gündeme getirdi. Bu nedenlerden ilki, şeriat-laiklik temelinde geniş kitlelerin düzen güçlerinin insiyatifinde meydanlara çıkması, bunun karşısında ise solun esas olarak seyirci durumunda kalmasıdır. Bu konjonktür, solda "3. Cephe" olarak sürece müdahale zorunluluğunun daha somut olarak duyulmasına yol açmıştır. Cephe düşüncesi ve özlemini güçlendiren ikinci neden, 1 Mayıs 2007'de solun hemen tüm kesimleri arasında asgari de olsa birliğin sağlanması ve bu birliğin 1 Mayıs'ta etkili, sonuç alıcı bir mücadele ortaya koyabilmesidir. BU iki etken ve bunların dışında esas olarak emperyalizme ve faşizme karşı mücadele görevlerimizi yerine getirebilmek açısından solun önündeki görev, bizce tartışılamayacak kadar açıktır. Devrimci, demokrat, ilerici sol güçler, devrimci demokratik bir cephenin örgütlenmesini hızla başarmalıdırlar. NE var ki, bu gelişmelerin bir "seçim ortamı"na denk gelmesi, solun bazı kesimlerinin, cephe düşüncesi ve özlemini, seçim sandığına kanalize etmeye çalışmasını beraberinde getirmiştir. Bu tutum, halkın mücadelesini geliştiren değil, engelleyen; halkın birliğini büyüten değil, soldaki birlik özlemlerini seçimlere endeksleyerek istismar eden bir tutumdur. DEVRİMCİ Demokratik Cephe, seçimle sınırlandırılamayacak kadar önemli ve kapsamlı bir düşüncedir. Cephe, bağımlılığa, açlığa, yoksulluğa, baskı ve zulme karşı gereklidir. Bunlarla mücadele edebilmek, bunları yokedebilmek için istemeliyiz Cephe'yi. CEPHE, bir çok ülkede, farklı zamanlarda farklı biçimlere bürünmüştür. Fakat solu ve halkı birleştiren bir örgütlenme zemini olarak cephe düşüncesinin kendisi, bir iddianın tezahürüdür. Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin, iktidar iddiasının ete kemiğe bürünmüş halidirler. Her Cephe, kurulduğu anda bu iddiayı maddi bir güç haline getiremeyebilir. Fakat devrimci demokratik bir cephe kurma iddiası ve sorumluluğunu gösterenlerin, sıradan protestolarla yetinmeyeceği açıktır. HALKLARIN tarihinde faşizme karşı birleşik cepheler, anti-emperyalist cepheler olduğu gibi, emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleyi birlikte ele alan cepheler de vardır. Bunlar, yaşanılan dönemlere ve koşullara göre biçimlenmiştir. Keza, yine çeşitli ülkelerde sadece silahlı mücadeleyi savunan grupları bir araya getiren cepheler olduğu gibi, silahlı mücadeleyi savunanlarla barışçıl mücadeleyi temel alanları bir araya getiren cepheler de vardır. Devrimci Demokratik Cephe, bağımsızlık ve demokrasi hedefi temelinde emperyalizme ve faşizme karşı bir muhtevada olabilir. Devrimci Demokratik Cephe, bu temelde de solun devrimci ve demokrat kesimlerini biraraya getirebilir. Silahlı mücadele, parlamenter mücadele, legal ve illegal örgütlenme gibi konularda farklı anlayışlara sahip olmamız, bağımsızlık ve demokrasi hedefi doğrultusunda biraraya gelinmesine engel değildir. DEVRİMCİ demokratik bir cephe, solun hiçbir kesiminin çizgisiyle çelişmez, kimsenin kendi politika ve taktiklerine engel olmaz. Adı üstünde; devrimci demokratik bir cephe, halkımızın bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini geliştirecektir. Böyle bir gelişim kimin politikasıyla çelişir? DEVRİMCİ Cephe'yi 1995 yılından bu yana öneriyor, gündemde tutuyoruz. Örgütlü halk güçlerinin çeşitli biçimler altında biraraya gelmesi için ısrarlı ve sistemli bir çaba içinde olduk. Bunlarda şu veya bu biçimi dayatmaktan çok, ortak iradelerle şekillenmesini esas aldık. 1996 yılında devrimci cepheye ilişkin M. Ali Baran imzalı bir yazıda da belirtildiği gibi; "Sosyalist bir düzeni, işçi sınıfının iktidarını ve nihai sonuçta sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı istemekle, bir avuç sömürücü-işbirlikçi azınlığa karşı her ulustan, dinden, mezhepten tüm halkları; adaletten, eşitlikten, özgürlükten, demokratik bir düzenden, oligarşik diktatörlüğün yıkılmasından yana olan herkesi, devrimci cephe etrafında birleştirerek örgütlemek, yönlendirmek ve bu taktiklerle savaştırmak birbirleriyle çelişmez." İDEOLOJİSİNE güvensizlik, kendine güvensizlik, solu iktidar iddiasından, büyük hedeflerden, halkın tümünü kucaklama iddiasından uzaklaştırmıştır. Devrimci Demokratik Cephe, solun bu anlamda kaybettiklerini yeniden kazanmasıdır. SOLUN mücadele çizgisindeki en dikkat çekici özelliklerden biri, kendini "protesto" ile sınırlamış olmasıdır. Karşı-devrim cephesinin gündeme getirdiği politikaları bozmayı, geriletmeyi, püskürtmeyi amaçlayan bir kavgaya girişilmemektedir. Kuşku yok ki, böyle bir mücadele, "salt protestocu" bir mücadeleden çok daha zordur, daha büyük bedeller ödemeyi, daha fazla fedakarlık ve sorumluluk üstlenmeyi gerektirebilir. Fakat düzeniçileşen solculuk bundan doğal olarak kaçmaktadır. "Protestocu"luk anlayışı, sadece düzeniçileşen kesimlerle sınırlı da kalmayıp, solun daha geniş kesimlerini etkilemiştir. Mesela, tam yedi yıl süren Büyük Direniş, karşı-devrimin politikalarını bozmayı, püskürtmeyi, bulunduğu ideolojik ve politik mevzileri sonuna kadar savunmayı esas alan çizgisiyle bu protestocu çizginin dışındaydı ve bu niteliğinden dolayı da, solun birçok kesimi bu mücadeleyi bir noktadan sonra sürdüremedi. SOLUN mücadele arenasındaki bugünkü konumu, etkisiz ve iddiasızdır. Kuşkusuz bu durumda, onyıllardır sola karşı sürdürülen karşı-devrimin terörünün, hayatın çeşitli alanlarındaki tasfiyelerin, örgütsel darbelerin payları inkar edilemez. Fakat sol açısından belirleyici olan bunlar değil; yukarıda da vurguladığımız gibi, ideolojik düzeydeki gerilemedir. SOLDA kapsamlı ve uzun vadeli birliklerin, cephe tarzında bir araya gelişlerin uzun yıllardır gerçekleşememesinin altında, solun maddi, örgütsel güçsüzlüğünün yanısıra, ideolojik ve politik iddiasının küçülmüş olması belirleyici etkenlerden biridir. Biz devrimci demokratik cepheyi önerirken, aslında sola iddiasını büyütmeyi öneriyoruz. İdeolojik politik olarak kendini büyütmeyi öneriyoruz. SOLUN bir kesimi, birlik sözkonusu olduğunda sadece seçimlerde motive olmakta, heyecanlanmaktadır. Bu durum, solun ufkunun "parlamentarizmle" sınırlanmasının, solun iddiasızlaşmasının tartışılmaz kanıtı olarak da görülebilir. Ancak şunu belirtelim ki; birliği parlamentoda donduran hiçbir anlayış, solun ve halkın birlik ihtiyacına cevap veremez. HAYATIN içindeki herkes biliyor ki, halkın ve solun karşı karşıya olduğu sorunlar, parlamento çatısı altına sığdırılamayacak kadar çok; düzenin parlamentosu, halkın sorunlarının çözüm yeri olamayacak kadar dar ve göstermeliktir. Parlamenter mücadele içindekiler de bu gerçeği kabul edecektir. O halde, emperyalizme ve faşizme karşı devrimci demokratik bir cepheyi gerçekleştirme göreviyle, seçim sandığını birbirine karıştırmayalım. İsteyen, seçim mücadelesini kendi anlayışı ve ittifakları içinde sürdürecektir zaten. Ama devrimci demokratik cepheye, parlamentoyu, seçimleri aşan bir iddia ve kapsamda yaklaşalım. Hedef, emperyalizme, faşizme karşı mücadelemizde mevziler kazanmaktır. Hedef, kitleleri kazanmaktır. Hedef, bağımsızlığımızı ve demokrasiyi kazanmaktır. SINIFLAR mücadelesinde egemen sınıflar ilerliyorsa, ezilenler geriliyor demektir. Bir taraf, mevzi kazanıyorsa, öbür taraf kaybediyor demektir. Boşluk yoktur. Gerileyen, kaybeden değil, ilerleyen ve kazanan olmak için öneriyoruz DEVRİMCİ DEMOKRATİK CEPHE'yi. 1996 Şubat'ında, "Demokratik Muhalefeti Birleştirmeliyiz" çağrısıyla, Demokratik Muhalefet Meclisi ve Demokratik Muhalefet Cephesi önerilerimizi gündeme getirmiştik. M. Ali Baran imzalı bu yazının bir yerinde de şöyle deniyordu: "DEVRİMCİ mücadele, devrimci cephe perspektifiyle, birleşik mücadeleyi hayata geçirmek için süratle yol almaz ve somut sonuçlar yaratamazsa oligarşi, emperyalizmin, TÜSİAD'ın ve de reformistlerin düzen içi çözümleriyle halk kitlelerinin devrimci potansiyelini bir süre daha kendi çıkarları için kullanacak demektir." YAKLAŞIK 11 yıl sonra yine aynı noktaya, aynı tehlikeye işaret etmek durumundayız. Evet, eğer biz halkın mücadelesine önderlik edebilecek devrimci demokratik bir cepheyi kuramazsak, kitlelerin demokrasi özlemlerini, şeriatçılığa, gericiğe karşı çıkışlarını, hatta emperyalizme karşı tepkilerini, kâh kendini "ulusalcı" olarak gösteren faşistler, CHP gibi düzen güçleri, Avrupa Birlikçiler, istismar etmeye, alıntıdaki deyişle kendi çıkarları için kullanmaya devam edeceklerdir. Bunu önlemek için solun cephe birliğini sağlamalıyız. Bunu önlemek için halk güçlerinin bir cephe içinde güçlerini birleştirmesini sağlamalıyız. *** CEPHE, bir çok ülkede, farklı zamanlarda farklı biçimlere bürünmüştür. Fakat solu ve halkı birleştiren bir örgütlenme zemini olarak cephe düşüncesinin kendisi, bir iddianın tezahürüdür. Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin ve iktidariddiasının ete kemiğe bürünmüş halidirler. * Halkın ve solun karşı karşıya olduğu sorunlar, parlamento çatısı altına sığdırılamayacak kadar çok; düzenin parlamentosu, halkın sorunlarının çözüm yeri olamayacak kadar dar ve göstermeliktir. Parlamenter mücadele içindekiler de bu gerçeği kabul edecektir. O halde, emperyalizme ve faşizme karşı devrimci demokratik bir cepheyi gerçekleştirme göreviyle, seçim sandığını birbirine karıştırmayalım. |
6 Haziran 2007 Çarşamba
| Cephe'yi Savunmak, İktidarı İstemektir!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin ve iktidar iddiasının ete kemiğe bürünmüş halidirler.
CEPHE, bir çok ülkede, farklı zamanlarda farklı biçimlere bürünmüştür. Fakat solu ve halkı birleştiren bir örgütlenme zemini olarak cephe düşüncesinin kendisi, bir iddianın tezahürüdür. Başka türlü söylersek, cepheler, solun ve halkın burjuvaziyle boy ölçüşmesinin ve iktidar
Fabrika işçisi kadınlar, evin kölesi kadınlar… Emekçi kadınlar öfkeli soluklarıyla sokaktalar. Evde, fabrikada, hayatın her alanında aşağılanmalara, tacize, ağır çalışma koşullarına ve cinsel ayırımcılığa maruz kalan kadınlar “Artık yeter” diyerek sokaklarda haykırıyorlar!
Tarih 8 Mart 1857'yi gösterirken, Amerika’da Chicagolu kadınlar sokaklara çıkıyorlardı. Tarih onların çifte ezilmişliklerini yazdı hep. İşte şimdi yaşamlarının bu döngüsüne bir çomak sokuyorlardı. Binlerce yıllık kahırla, kinle, umutla dolduruyorlardı alanları.
Ne istiyordu emekçi kadınlar? Günde 15 – 16 saate varan vahşi sömürü koşularına karşı 10 saatlik iş günü istiyorlardı. Erkekler gibi, eşit işe eşit ücret istiyorlardı. Aşağılanmak, hor görülmek, ayırımcılığa maruz kalmak istemiyorlardı. Tüm bu taleplerini “Ekmek ve Gül İstiyoruz” diye özetliyorlardı. “Ekmek” daha iyi bir ücret ve karın tokluğunu simgelerken “Gül” daha kaliteli yaşam koşullarını simgeliyordu.
“Ekmek ve Gül” isteyenlerin karşılarında patronun polisi vardı. Yürüyorlardı. Saflarından kızkardeşleri ölerek, yaralanarak düşüyordu bir bir. Yürüyüş ve grevleri kanla bastırıldı.
Ama Chicago’nun sokakları ve kadınları, O günü asla unutmayacaktı.
Hatırasını kızıl bir gül gibi taşıyacaklardı göğüs kafeslerinin içinde. Bir kez silkinip kalmışlardı işte. Onları boyunduruk altına almak artık kolay olmayacaktı.
Bin yıl da geçse daha demincek
Aradan 50 yıl geçti. 8 Mart 1908’de Chicagolu kadınlar bir kez daha doldurdu alanları. Bu defa 50 yıl önceki taleplerine yenilerini eklemişlerdi: 8 saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeği ile ilgili yasa istiyorlardı. Direniş yine patronların kendilerine has yöntemleriyle, kanla bastırıldı. 140 kadın öldürüldü birçoğu da tutuklandı.
Ancak ateş yakılmıştı bir kere. Bu mücadele kıvılcımı bütün dünyayı saracak, emekçi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir pusula olacaktı. Mücadeleyle geçen bu süreçten sonra kadınlar birçok hak elde etmeyi başarmışlardı.
Chicagolu kadınlar hala önümüzde yürüyor
Alman komünist Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’daki Kadın Konferansı’nda, öldürülen kadınların anısına, 8 Mart’ın “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonal‘e önerdi. Enternasyonal’de bu öneri kabul edildi. (Enternasyonal, işçilerin uluslararası mücadele birliğidir.)
1975 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan ederken kimilerinin düşündüğünün aksine, 8 Mart’ın özünü, gerçek içeriğini boşaltmanın ilk adımını da atıyordu. Ve o tarihten bugüne dek dünyada iki farklı 8 Mart kutlanması gelenek haline geldi.
8 Mart, dünya tarihine patronların ezdiği işçi kadınların, burjuvalara karşı verdiği zorlu ve kanlı mücadelesiyle yazıldı.
Öyleyse 8 Mart’la burjuvazinin işi ne?
Çünkü binlerce yıl da geçse onun hatırlanmasını, sokaklarda kutlanmasını engelleyemiyor. Engelleyemiyorsan evcilleştir. Kendi kabul edeceğin sınırlara çek. İşçi ve emekçilerin kafasını bulandır. Yaptıkları budur. 8 Mart’ı bir mücadele günü olmaktan çıkarmak, kadın işçi ve emekçilerin belleğinden silmek. Sulu bir kadına hediye almak günü olarak yaygınlaştırıp yozlaştırmak.
Oysa, 8 Mart emekçi kadınların özgürlük ve emek mücadelesinde önemli bir mihenk taşıdır. İşçi kız kardeşlerimizin gözüpek mücadelesiyle yazılan bu tarih, biz işçi ve emekçi kadınların bugünkü mücadelesine taşınarak yaşatılabilir.
Yürüyeceğimiz yol, yüzlerce yıl önce Chicagolu kadınlar tarafından çizilmiştir. Öyleyse; YÜRÜYELİM!
“Önderlerini vur”
Yazılarındaki teorik hatalara rağmen Rosa Luxemburg, Alman ve uluslararası işçi sınıfının önde gelen önderlerinden birisiydi. Burjuvazi, proleter yığınlar içinde kök salmış Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfı önderlerinin ne denli tehlikeli olabileceklerini çok iyi biliyordu ve bu nedenle her türden aracı kullanarak onlarla mücadele ediyordu.
Kapitalist düzeni sarsan Kasım devriminden ve arkasından gelen Ocak ayaklanmasından sonra açık katliamlar gerçekleştirmekten de çekinmemeye başladılar. “Önderlerini vur” yazılı afişler her tarafa yayıldı ve proletaryanın önderlerinin avına çıkıldı.
SPD’nin doğrudan katılımıyla, Soğuk bir kış günü, 15 Ocak 1919′da Rosa, Liebknecht ve Wilhelm Pieck gözaltına alındı. Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht cellatların elinde kaldı.
Luxemburg’un başı dipçikle ezildi, ölene kadar dövüldü. Liebknecht de başına sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Son nefeslerine kadar cesur ve kararlı olan iki devrimcinin bedenleri, Landwehr Kanalı’na atıldı. Aylarca bulunamadılar.
“15 Ocak’ta görüşmek üzere…“
Ama burjuvazinin onları kaybetme planı tutmadı. Onların anısı bugün de canlıdır. Onların ve Alman komünist-devrimcilerinin anısına Berlin’de yapılan Anıt mezar, her sene 15 Ocak’ta enternasyonalizmin en sıcak yaşandığı anlara sahne olur. Hangi ulustan olduğu bilinmeyen, değişik yaşlarda binlerce insan, “iğne atsan yere düşmez” kalabalıkta iç içedir. Sınıfsız-sömürüsüz dünya özleminin dolayımsız ifadesi olan Enternasyonal, birçok değişik dilden, hep birlikte söylenir.
“İdeallerini/ ideallerimizi yaşatmak için, seneye 15 Ocak’ta görüşmek üzere…” diyerek ayrılınır oradan…
Meksika işbirlikçi burjuvazisinin kamu işçi ve emekçilerine saldırısı yalnızca ekonomik de değil. Burjuvazi, bu saldırılarla asıl olarak, başta son dönemde militan direnişlerle öne çıkan eğitim emekçileri olmak üzere kamu emekçilerinin direncini kırmaya çalışıyor. Kamu emekçilerinden de cevabını anladığı dilden alıyor!
Meksika'da 1 Mayıs, 2, 3, 4 Mayıs'a ve sonrasına, giderek kitleselleşen ve ülke çapında yaygınlaşan grev, gösteri ve işgallerle taşınıyor. Meksika'da başını Ulusal Öğretmenler Sendikası'nın çektiği direnişin startı, 1 Mayıs gösterilerin hemen ardından 2 Mayıs'ta 100 bin öğretmenin yasa tasarısına karşı mahkemelere eylemli başvurularıyla verildi.
Aynı gün kuzeydeki Chihuahua'dan güneydeki Chipas'a kadar onbinlerce kamu emekçisi, işçi ve öğrenci, ülke çapında gösteriler başlattı. Sayısız kitle gösterisi yapıldı, bazı devlet binaları işgal edildi, otoyollara barikatlar kuruldu, ABD ve Guatemala sınırları göstericiler tarafından kapatıldı.
Chihuahua şehriyle birlikte, geçtiğimiz aylarda görkemli bir direnişin yapıldığı Oaxaca şehri de göstericiler tarafından yeniden işgal edildi. Tamualipas'ta meydanları ve hükümet-belediye binalarını benzer bir işgal girişimi ise şimdilik sonuçsuz kaldı.
Göstericiler sosyal güvenlik ve emeklilik yasasının yanısıra, Meksika'nın ABD ile yoğunlaşan "güvenlik işbirliği anlaşmaları"nı, enerji kaynaklarının özelleştirilemesini ve artan hayat pahalılığını protesto ediyorlar. ABD'nin onlarca Kübalının katili kontra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder