Faşist saldırganlığa karşı kitle seferberliği
Gece yarısı verilen linç muhtırası, iki gün sonra gece yarısı yapılan gösteri... Yeni Çorum ve Maraşlara açıktan hazırlanılıyor

Gazi Üniversitesi, Nisan 2006
"Kahrolsun PKK", "Kahrolsun Kürtler", "Adana Kürtler’e Mezar Olacak" gibi sloganlarla Genelkurmay tarafından gösterilen hedefi algıladıklarına ve neler yapabileceklerine dair mesaj verdiler. Hem de MHP’nin seçim startını Adana’dan vermesiyle eşgüdümlü gelişen bir süreç bu...
Gece yarısı verilen linç muhtırası, iki gün sonra gece yarısı yapılan gösteri yeni Çorum, Maraş hazırlıklarının nasıl açıktan yapıldığına işarettir. Katliam şebekelerinin komuta merkezi Genelkurmay bu kez düğmeye açıktan bastı.
Linç muhtırasından iki saat sonra Eskişehir DTP binası yakıldı. Ardından Ordunun sivil uzantıları ve postal yalayıcıları ilk “refleks” olarak açıklamalar yaptı. Kontra mitingleri düzenleme seferberlikleri başladı. Adım adım örülen sürecin önden haberlisi, Ordu’nun sümük yalayıcısı İP çetesi, ipe sapa gelmezlerle birlikte bir Diyarbakır “çıkartması” yaptı.
Çete başı Doğu Perinçek çelik kalkanla korunan kürsüden ancak 500’ü biraz geçen kitleye konuşma yapabildi. Düzenleyenler ve onların alkışlayanları açısından tam bir hayal kırıklığı yaratan bu miting, kontra tetikçiliğine soyunan Milliyet gibi burjuva medyada, nasıl oluyorsa "yaklaşık binler" katıldı ibareleriyle yer aldı. Ertesi gün Şırnak’ta Valilik üzerinden düzenlenen mitinge yaklaşık 10 bin kişi katıldı.
Burjuvazinin iktidar ve güç kapışmasındaki dengelere göre gündeme gelen "sivil seferberlik" eylemleri, kontrollü-kontrolsüz, şiddet içeren-içermeyen biçimlerde bir birini tetikleyen tarzda işletiliyor. Yapay toplumsal saflaşmada Genelkurmay’ın oynadığı rol, bunun "olur olmaz" biçimlerde işletilmesi Ordu’nun geleneksel otorite biçiminde bir zayıflama da yarattı.
İktidarın iç gerilim süreci karşılıklı birçok atağı ve oyunu içeren biçimlerde devam edecek. Bir savaş kabinesinin oylanması için yapılan seçimler de kurtaramayacak onları. Krizin sarsıntıları, emekçileri olduğu kadar kendilerini de vuran biçimlerde karşılarına çıkacak.
Fakat burada açıktan verilen linç muhtırasına kıta duran "sivil seferberliğin" yanında, el altından düzenlenen faşist provokasyon ve saldırılar da artabilecektir. Bunun ilk işaretlerinin Adana gibi yerlerden verilmeye başlanması nasıl bir sürecin ön gününde olunduğuna bir belirtidir.
Karşı hareket zorunlu
Bütün bu oyun ve girişimleri teşhir, faşist saldırganlığa barikat olan bir kitle seferberliğine girişmek işçi ve emekçilerin, sınıf mücadelesinin geleceği açısından belirleyici olacaktır.
Postal yalayıcılarının bütün yedeklenmelerine ve parlatma girişimlerine rağmen daha ilk hamleler de teşhir olan Genelkurmay’ın ve onların uzantılarının ipliğinin pazara çıkartılması anlamlıdır.
Sadece teşhir ve ipliklerinin pazara çıkartılması seferberliği değil, aynı zamanda işçi ve emekçilerin ihtiyaç, yaşam ve talepleri üzerinden eylemliliklerin örgütlenmesi de kaçınılmazdır. Bu kesitte kimse politikadan azade ve onun uzağında değil. Herkesin yaşamını ve gündemini bir biçimde kesen bu siyasal gündemler üzerinden eylemli çıkış ve tepkilerin örgütlenmesi gerekli ve zorunludur!
Milliyetçi faşist histeri ve eylemlere karşı, Adana’yı ve tüm ülkeyi faşist saldırganlığa ve kapitalist barbarlığa mezar yapmak için kolları sıvayalım!
Fabrika işçisi kadınlar, evin kölesi kadınlar… Emekçi kadınlar öfkeli soluklarıyla sokaktalar. Evde, fabrikada, hayatın her alanında aşağılanmalara, tacize, ağır çalışma koşullarına ve cinsel ayırımcılığa maruz kalan kadınlar “Artık yeter” diyerek sokaklarda haykırıyorlar!
Tarih 8 Mart 1857'yi gösterirken, Amerika’da Chicagolu kadınlar sokaklara çıkıyorlardı. Tarih onların çifte ezilmişliklerini yazdı hep. İşte şimdi yaşamlarının bu döngüsüne bir çomak sokuyorlardı. Binlerce yıllık kahırla, kinle, umutla dolduruyorlardı alanları.
Ne istiyordu emekçi kadınlar? Günde 15 – 16 saate varan vahşi sömürü koşularına karşı 10 saatlik iş günü istiyorlardı. Erkekler gibi, eşit işe eşit ücret istiyorlardı. Aşağılanmak, hor görülmek, ayırımcılığa maruz kalmak istemiyorlardı. Tüm bu taleplerini “Ekmek ve Gül İstiyoruz” diye özetliyorlardı. “Ekmek” daha iyi bir ücret ve karın tokluğunu simgelerken “Gül” daha kaliteli yaşam koşullarını simgeliyordu.
“Ekmek ve Gül” isteyenlerin karşılarında patronun polisi vardı. Yürüyorlardı. Saflarından kızkardeşleri ölerek, yaralanarak düşüyordu bir bir. Yürüyüş ve grevleri kanla bastırıldı.
Ama Chicago’nun sokakları ve kadınları, O günü asla unutmayacaktı.
Hatırasını kızıl bir gül gibi taşıyacaklardı göğüs kafeslerinin içinde. Bir kez silkinip kalmışlardı işte. Onları boyunduruk altına almak artık kolay olmayacaktı.
Bin yıl da geçse daha demincek
Aradan 50 yıl geçti. 8 Mart 1908’de Chicagolu kadınlar bir kez daha doldurdu alanları. Bu defa 50 yıl önceki taleplerine yenilerini eklemişlerdi: 8 saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeği ile ilgili yasa istiyorlardı. Direniş yine patronların kendilerine has yöntemleriyle, kanla bastırıldı. 140 kadın öldürüldü birçoğu da tutuklandı.
Ancak ateş yakılmıştı bir kere. Bu mücadele kıvılcımı bütün dünyayı saracak, emekçi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir pusula olacaktı. Mücadeleyle geçen bu süreçten sonra kadınlar birçok hak elde etmeyi başarmışlardı.
Chicagolu kadınlar hala önümüzde yürüyor
Alman komünist Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’daki Kadın Konferansı’nda, öldürülen kadınların anısına, 8 Mart’ın “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonal‘e önerdi. Enternasyonal’de bu öneri kabul edildi. (Enternasyonal, işçilerin uluslararası mücadele birliğidir.)
1975 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan ederken kimilerinin düşündüğünün aksine, 8 Mart’ın özünü, gerçek içeriğini boşaltmanın ilk adımını da atıyordu. Ve o tarihten bugüne dek dünyada iki farklı 8 Mart kutlanması gelenek haline geldi.
8 Mart, dünya tarihine patronların ezdiği işçi kadınların, burjuvalara karşı verdiği zorlu ve kanlı mücadelesiyle yazıldı.
Öyleyse 8 Mart’la burjuvazinin işi ne?
Çünkü binlerce yıl da geçse onun hatırlanmasını, sokaklarda kutlanmasını engelleyemiyor. Engelleyemiyorsan evcilleştir. Kendi kabul edeceğin sınırlara çek. İşçi ve emekçilerin kafasını bulandır. Yaptıkları budur. 8 Mart’ı bir mücadele günü olmaktan çıkarmak, kadın işçi ve emekçilerin belleğinden silmek. Sulu bir kadına hediye almak günü olarak yaygınlaştırıp yozlaştırmak.
Oysa, 8 Mart emekçi kadınların özgürlük ve emek mücadelesinde önemli bir mihenk taşıdır. İşçi kız kardeşlerimizin gözüpek mücadelesiyle yazılan bu tarih, biz işçi ve emekçi kadınların bugünkü mücadelesine taşınarak yaşatılabilir.
Yürüyeceğimiz yol, yüzlerce yıl önce Chicagolu kadınlar tarafından çizilmiştir. Öyleyse; YÜRÜYELİM!
“Önderlerini vur”
Yazılarındaki teorik hatalara rağmen Rosa Luxemburg, Alman ve uluslararası işçi sınıfının önde gelen önderlerinden birisiydi. Burjuvazi, proleter yığınlar içinde kök salmış Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfı önderlerinin ne denli tehlikeli olabileceklerini çok iyi biliyordu ve bu nedenle her türden aracı kullanarak onlarla mücadele ediyordu.
Kapitalist düzeni sarsan Kasım devriminden ve arkasından gelen Ocak ayaklanmasından sonra açık katliamlar gerçekleştirmekten de çekinmemeye başladılar. “Önderlerini vur” yazılı afişler her tarafa yayıldı ve proletaryanın önderlerinin avına çıkıldı.
SPD’nin doğrudan katılımıyla, Soğuk bir kış günü, 15 Ocak 1919′da Rosa, Liebknecht ve Wilhelm Pieck gözaltına alındı. Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht cellatların elinde kaldı.
Luxemburg’un başı dipçikle ezildi, ölene kadar dövüldü. Liebknecht de başına sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Son nefeslerine kadar cesur ve kararlı olan iki devrimcinin bedenleri, Landwehr Kanalı’na atıldı. Aylarca bulunamadılar.
“15 Ocak’ta görüşmek üzere…“
Ama burjuvazinin onları kaybetme planı tutmadı. Onların anısı bugün de canlıdır. Onların ve Alman komünist-devrimcilerinin anısına Berlin’de yapılan Anıt mezar, her sene 15 Ocak’ta enternasyonalizmin en sıcak yaşandığı anlara sahne olur. Hangi ulustan olduğu bilinmeyen, değişik yaşlarda binlerce insan, “iğne atsan yere düşmez” kalabalıkta iç içedir. Sınıfsız-sömürüsüz dünya özleminin dolayımsız ifadesi olan Enternasyonal, birçok değişik dilden, hep birlikte söylenir.
“İdeallerini/ ideallerimizi yaşatmak için, seneye 15 Ocak’ta görüşmek üzere…” diyerek ayrılınır oradan…
Meksika işbirlikçi burjuvazisinin kamu işçi ve emekçilerine saldırısı yalnızca ekonomik de değil. Burjuvazi, bu saldırılarla asıl olarak, başta son dönemde militan direnişlerle öne çıkan eğitim emekçileri olmak üzere kamu emekçilerinin direncini kırmaya çalışıyor. Kamu emekçilerinden de cevabını anladığı dilden alıyor!
Meksika'da 1 Mayıs, 2, 3, 4 Mayıs'a ve sonrasına, giderek kitleselleşen ve ülke çapında yaygınlaşan grev, gösteri ve işgallerle taşınıyor. Meksika'da başını Ulusal Öğretmenler Sendikası'nın çektiği direnişin startı, 1 Mayıs gösterilerin hemen ardından 2 Mayıs'ta 100 bin öğretmenin yasa tasarısına karşı mahkemelere eylemli başvurularıyla verildi.
Aynı gün kuzeydeki Chihuahua'dan güneydeki Chipas'a kadar onbinlerce kamu emekçisi, işçi ve öğrenci, ülke çapında gösteriler başlattı. Sayısız kitle gösterisi yapıldı, bazı devlet binaları işgal edildi, otoyollara barikatlar kuruldu, ABD ve Guatemala sınırları göstericiler tarafından kapatıldı.
Chihuahua şehriyle birlikte, geçtiğimiz aylarda görkemli bir direnişin yapıldığı Oaxaca şehri de göstericiler tarafından yeniden işgal edildi. Tamualipas'ta meydanları ve hükümet-belediye binalarını benzer bir işgal girişimi ise şimdilik sonuçsuz kaldı.
Göstericiler sosyal güvenlik ve emeklilik yasasının yanısıra, Meksika'nın ABD ile yoğunlaşan "güvenlik işbirliği anlaşmaları"nı, enerji kaynaklarının özelleştirilemesini ve artan hayat pahalılığını protesto ediyorlar. ABD'nin onlarca Kübalının katili kontra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder