1 Haziran 2007 Cuma



01 Haziran 2007
Tasfiyeciliği derinleştiren birlik
Bağımsız ortak adaylar bloğu: İlkesiz ve pragmatik, tasfiyeciliği derinleştirici birlikUfuk Çizgisi, Sayı: 62Çıkışını bir grup aydının basın açıklamasından alan ve onlarla birlikte DTP, SDP, EMEP, ÖDP gibi yasal partiler, ESP, HÖC, SEH gibi platformlar, PSAKD ve DTP tandanslı Demokratik Alevi Hareketi gibi mezhep temsilcileri ile bazı dergi çevreleri tarafından yürütülen “Bağımsız Ortak Adaylar” kampanyası, 2007 genel seçimlerinin özgüllüklerinden biri. Ana motifini yüzde 10 barajını aşmanın oluşturduğu bu taktik doğrultusunda, başta metropoller olmak üzere toplantılar düzenleniyor.
"Sol için ilginç bir öneri"den "üçüncü cephe"yeBağımsız ortak aday politikasının işaret fişeğini, her ikisi de Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ahmet İnsel ve Prof. Dr. Seyfettin Gürsel‘in 18 Mart 2007 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan "Sol için ilginç bir öneri" başlıklı yazıları attı.Türkiye’de liberalizmin önde gelen isimlerinden olan İnsel ve Gürsel,
Bugün CHP’nin demokrasi ve özgürlükler konularında yarattığı büyük temsil boşluğu, çok geniş bir demokrat seçmen kitlesinin seçimlerde ne yapacağını bilememesine yol açıyor. Parlamentoya girme ihtimali olan hiçbir parti bu sol seçmen kitlesinin beklentilerini yanıtlamıyorgerekçesine dayanarak sol partilerin yüzde 10 barajını aşmak için “bağımsız demokrat adaylar” taktiğini kullanmasını önerdiler. Önerilerini 2002 seçim analizi üzerinden yaptıkları hesaplamalarla destekleyen Ahmet İnsel ve Gürsel, taktiğin kazandıracaklarını “Gelecek yasama döneminde demokrasi değerlerini, solun eşitlik ve özgürlük idealleriyle uyumlu biçimde savunacak az sayıda da olsa milletvekilinin TBMM’de yer alması, Türkiye solunun yeniden yapılanmasına gidecek bir dinamik yaratabilir” diye tanımladılar.Bu önermenin yakın arka fonunda, Hrant Dink‘in cenazesine, ağırlığını orta sınıf liberallerin oluşturduğu 100 binden fazla kişinin katılması yer alıyordu. Cenazedeki bileşim ve solda artan siyasal-toplumsal huzursuzluğun kendisine akacak bir kanal bulma arayışı, liberallerin CHP‘ye de AKP‘ye de oy vermek istemeyen “kentli bir demokrat seçmen kitlesi”nin varlığından, yüzde 10 barajı nedeniyle meclise giremeyen DTP ve sol partilerin durumundan ve 2002 seçimlerinde sandık başına gitmeyen yüzde 10′luk bir kitle ile birlikte toplam “4 milyon oyun kaybolmuşluğundan” hareketle, seçimlere bağımsız adaylarla katılma formülünü ortaya atmalarına yol açmıştı.14 ve 29 Nisan mitingleri ile 27 Nisan muhtırasının orta sınıflardan emekçi kitlelere doğru uzatılan “Ne darbe ne şeriat” kıskacını sıkıştırması, seçim düzleminin de belirmesi sonucu, liberal reformcu eksendeki bu arayışları derinleştirmekle kalmadı; kapsama alanını da genişletti. Hrant Dink’in cenazesinin okunma biçimi, Taksim‘in emekçiler tarafından militanca kazanıldığı 1 Mayıs sonrasına da taşındı. 1 Mayıs’a ilişkin yapılan değerlendirme toplantısında ESP, “Buradaki ortak duruşu siyasal gündemlerle de birleştirmeliyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, muhtıra, vs tartışmaları yapılıyor, ciddi bir gerilim var iki taraf arasında. Bizler, buradaki bileşenler üçüncü bir taraf, yol, meclis olarak safımızı belirlemeli ve işçi, emekçilere de adres göstermeliyiz” önerisiyle “üçüncü cephe” formülünü ortaya attı.Erken seçim düzlemine girilmesiyle birlikte, ortak bağımsız adaylar politikası, önce liberal akademisyenler, aydın ve sanatçılar, bazı sendikacılar tarafından yapılan bir basın açıklaması ve 8 talebin deklare edildiği, internet üzerinden yürütülen bir imza kampanyasıyla aktive edildi. İmzacılar, ilkelerini şöyle tanımladılar:
Savaşa ve sınır ötesi operasyonlara karşı olmak, Kürt sorunun barışçıl siyasi çözümünü savunmak, halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşliği için çalışmak, IMF ve patronlara karşı emekçinin yanında yer almak, atanmışlara karşı demokratik olarak seçilmişleri korumak, yasaklara karşı özgürlükleri savunmak, bütün dinsel, mezhepsel, cinsel, etnik ayrımcılıklara karşı ezilen grupların sesi olmak, ırkçılığa ve ayrımcılığa taviz vermemek, kadın hak ve özgürlüklerinin yanında yer almak ve çevresel yıkıma karşı durmak.
Liberalizm ve parlamentarizmi güçlendiren bir eksenDevrimci proletarya, ortak bağımsız adaylara ilişkin tutumunda, onun siyasal-sınıfsal eksen ve bileşimini esas almaktadır. Kampanyanın bileşimini orta sınıf liberal aydınların, Kürt ulusal reformist hareketi, ve onlara eklemlenmiş sol reformist partilerle bazıları bunlarla süreklileşmiş bir ilişki halindeki ESP gibi devrimci demokratik güçler oluşturmaktadır. Hareketin siyasal odağında aynı temalarda birleşen liberaller ve DTP, sayısal olarak da Kürt kitleleri vardır.Devrimci demokratik güçler ve sol reformist partilerin liberaller ve DTP ile ittifakı, bugüne dek sergilenen kuyrukçuluğun ve silikleşmenin devamı niteliğindedir. İttifakın siyasal temelinde, liberalizm ve devrimci demokrasi arasında, ikincinin birinciye doğru çözüldüğü bir ilişki bulunmakta ve bu, parlamentarist zeminle birlikte daha da derinleşmektedir.“Üçüncü cephe” ya da ortak bağımsız adaylar taktiği, emekçi sınıfların acil yaşamsal taleplerinin ve siyasal demokratik taleplerin net bir devrimci demokratik bir içerik ve ruhla yükseltildiği bir platformu değil, liberal çağrıcılarının politik eksenini temsil eden bir özelliğe sahiptir. İçeriğini geniş kitleleri kapsayabilecek popüler bir söylem kullanmak değil, ona hakim olan liberal rengi daha da belirginleştiren temalar belirlemektedir.“Atanmışlara karşı seçilmişlerden yana olmak” gibi liberalizmin ve burjuva parlamentarizminin bayraklarından biri kullanılmaktadır. Ancak bu dahi siliktir ve net bir MGK karşıtlığına başvurulmamaktadır. Benzer bir biçimde, “kadın hak ve özgürlüklerinin yanında yer almak” gibi emekçi vurgusu bordadan atılmış, burjuva modernist bir yaklaşım, ilkeleştirilmektedir. Kürt sorununun “barışçıl siyasi çözümünü savunmak”, dikkatini reformist barış süreci üzerinde toplayan DTP’nin ve liberallerin, yanı sıra DTP kuyrukçusu çevrelerin üzerinde kolaylıkla birleştikleri bir platformu temsil etmektedir.Bağımsız ortak adaylar bloku, liberallerin ve DTP’nin duyarlılıkları üzerine kuruludur. ABD ve AB‘ye karşı net bir antiemperyalist konumlanış ilke düzeyinde ele alınmamakta; IMF‘ye karşı olmak biçiminde daraltılmaktadır. Bunun temelinde, blok “ilkeleri”ni oluşturanların, emekçi sınıfların ve Kürt halkının emperyalizm ve onun sınıfsal dayanağı olan işbirlikçi tekellere, TÜSİAD‘a karşı emekçi kitlelerin aydınlatılması ve mücadeleye seferber edilmesi kaygısına hiçbir biçimde sahip olmamaları yatmaktadır.Aynısı, blokun ruhen de içerisine girdiği parlamentarist zemin için de geçerlidir. Bir seçim sürecinde, emekçi sınıfların en yakıcı ihtiyacı, onların burjuva parlamentarist hayal ve beklentilere karşı uyarılması, taleplerinin biricik çözümünün devrimci iktidar savaşımından geçtiği konusunda aydınlatılmasıdır. Bağımsız ortak adaylar bloku içerisindeki devrimci demokratik güçler dahil, bırakalım emekçi kitlelerin siyasal bilincini bu yönlü işlemeyi, çıkış noktasını oluşturan liberal zeminden dolayı liberalizm ve reformculukla hiçbir sınır koyulmamaktadır. Aksine, “23 Temmuz sabahı”na ilişkin, ESP tarafından dahi başta Kürt emekçiler için son derece yanıltıcı olacak, pembe tablolar çizilerek bunun da ötesine geçilmektedir.Bu yüzden de bu taktik, desteklenmek bir yana komünist ve devrimcilerden, sınıf bilinçli öncü işçi ve emekçilerden gelen devrimci bir basıncın konusu olmak durumundadır.
Kürt sorununda liberal-reformist çözüm platformuBağımsız adaylar blokunun değerlendirilmesinde, sorun elbette ki seçim barajını aşmak amacıyla teknik olarak bağımsız aday çıkarıp çıkarmamak ekseninde ele alınamaz. DTP’ye karşı uygulanan yüzde 10 barajı milyonlarca Kürdün siyasal temsilini engellemeye dönük bir linçten başka şey değildir. Aynı biçimde, Güney Kürdistan operasyonu başta olmak üzere, Kürt halkını, adaylarını, kampanya aktivistlerini hedefleyecek saldırılara, artabilecek linç ve siyasal suikastlere, tutuklamalara, Kürtçe propagandanın engellenmesi vb.ne karşı en önde tutum almak, devrimci proletaryanın omuzlaması gereken demokratik bir görevdir.Ancak, Kürt emekçiler başta olmak üzere görülmesi gereken, bağımsız ortak adaylar blokunun Kürt sorununun liberal-reformist çözüm platformunun bir uzantısı olarak inşa edildiğidir. Burjuvazi içerisinde ortak bir politika düzlemine çıkmamakla birlikte, bunun karşıdevrim cephesindeki simetrisini, Güney Kürdistan’ın Kürt kitleleri için oluşturduğu çekimin basıncıyla Kürt hareketini Türkiye’deki sürece parlamenter yoldan adapte etmek oluşturmakta; katil Ağar gibilerin serbestçe dillendirdikleri bu seçenek “güç biriktirmektedir”.DTP’nin bağımsız ortak aday politikası ile eski MİT Müsteşarlarının da izlediği “Türkiye Barışını Arıyor Konferansı” arasında açıkça bağ kurması, burada iki yönlü bir çizgi devamlılığına işaret etmektedir. Bu politika, adayların meclise girmesi biçiminde sonuç verdiği takdirde de, aksi koşullarda da, Kürt halkının devrimci birikimlerini daha da törpüleyecek bir sürecin işlenmesine hizmet edecek; karşıt kutbunda ise, Kürt ulusu içerisindeki “iki ulus” gerçeğini daha da belirginleştirecektir.Komünist ve devrimciler, sınıf bilinçli Kürt ve Türk işçiler, Kürt halkının geleceğini liberal reformcu bir çıkmaza sürükleyen bu politikanın yalnışlığını ortaya koymalı ve Kürt emekçileri uyarmalıdırlar.
İlkesiz ve pragmatik birliklerle tasfiyecilik derinleştirilmemelidir!Bağımsız ortak adaylar blokunun siyasal-sınıfsal bileşimi ve içeriği, emekçilere karşı sorumluluktan çok ilkesiz ve pragmatik bir birlik anlayışına dayanan, tasfiyeciliği derinleştirici bir role sahiptir. Türk ve Kürt liberallerinin platformunu sola, devrimci demokratik güçlere doğru genişleten bu politika savunulup desteklenemez.Ancak bu tutumumuz, ona karşı salt uzaktan izleyici ve eleştiren konumunda kalacağımız anlamına gelmiyor. Bağımsız ortak adaylar taktiğinin doğrudan hedefi ve destekleyicisi durumundaki öncü işçi ve emekçiler, Kürt halkı, demokrat aydınlar ve akademisyenlerle sınırlı kalmaksızın, ortaya koyulan bu liberal-reformcu içeriği ortaya koyulduğu her zeminde eleştirmek ve sorgulanmasını sağlamak zorunludur.Seçim süreci kendisiyle sınırlı bir kesit değildir. Onun öncesinde devrimci militan bir ruhla yaratılan Taksim’in kazanılması olduğu gibi, önümüzde de devrimci sınıf mücadelesinin bu ruhla yükseltilmesi, emekçi sınıfların devrimci siyasal bilinç ve eyleminin geliştirilmesi görevi durmaktadır. Tutulması gereken yolu gösteren, tasfiyeciliği ve liberalizmi derinleştirecek ilkesiz pragmatik birlikler değil, bu ruh ve perspektiftir.

Hiç yorum yok: