
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
KÜRT HALKINA YAPILAN SALDIRILARA KARŞI MÜCADELE GELİŞTİRELİM
HANGİ GÜNÜN YÜZYILI
Sancısını yaşıyorsun kaç zamandır Yeni bir güne sevinçle başlamanın Yoluna ışık tutan sözcükler Var mı o günün ışıltılı kanatlarında Rüzgâra dost olan soluklar var mı Altını çize çize soruyorsun nedense Ki hep aldatmış olduğun kendine Adın çoktan çocuğa çıkmış oysa Çoktan anlaşılmaz olmuşsun Şu güzel ömrün tam ortasında Kuşları sora sora düşen yapraklarda Ey çılgın Kanadı kırık her kuşa Kanat olmaktan yorulmuşsun Bulutları çarpışa çarpışa yorgun Bir gökyüzüdür artık gülüşünAdnan YÜCEL
Deniz yok olursa diyor bir çocuk Balık kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Çöllerde boğulan nehirler Ey çocuk Nasıl varır okyanuslara Adı karanfil ki suçu rengidir Özgürlük dilinde bir imge Tutsaklık dilinde bir söylencedir Karanlıkta bir el koparır dalından Artık ölüme varmış bir işkencedir Orman yok olursa diyor bir çocuk Ağaç kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Dalından koparılan tomurcuk Ey çocuk Nasıl meyvelenir sana ve diğer çocuklara Adı narçiçeği ki suçu patlamak Birdenbire güneşe haykırmak Ve güneş diliyle kıpkızıl çoğalmak Karanlıkta bir el koparır dalından Adı kayıptır artık Daha meyveye bile durmadan Aç gözlerini o çığlıklaraı çocuk Kayıp analarının gözlerine bak O gözler ki karanfil kıvrımında nar çokluğu Sevda denizlerinde oğul ve kız yokluğudur Her biri bir depremdir yüreklerde Her biri açlık içinde zulüm tokluğudur Sen ki bir badem dalısın baharda Yüzünde solgun bir yeşil akşamı Dalıyor gözlerin bir çağın artıklarına Kazılardan yeni çıkmış gibisin Bakışlarında düş fosilleri Güneşli bir yeşili özler gibisin İnsanlar kaybedilirken ey çocuk İnsanlık adına Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından Hangi mavilikler karşılar seni Kıyılar zincir olmuş bileklerde Dalgalar yargısız infaz Al kalemi eline ey çocuk Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yazAdnan YÜCEL
YÜREK ÇAĞRISI Acılı yağmurlarla düşmüşüm yere Tatlı su göllerine akamıyorum Yüzüm yüreğim deprem dalgası Bu gül kıyımlarına bakamıyorum Her sevi bir türküdür bağrımda Her öfke bir ağıt Ağıtlar kuşatmış dört yanımı Kendi türkülerimi haykıramıyorum Şarkılarla bezeniyor ufuklar Yüreğim patlıyor dağbaşlarında Yüreğim Sancımı duyar mısın yaralarında Kuş seslerinde yas nağmeleri Şarkılar sabır ve çile makamında Mendilimde öfke çıkınımda bilinç Uykusuz kalır mısın kitaplarıma Dudaklarımda hüzün Avuçlarımda sevinç Kulak verir misin çığlıklarıma Dağları aşarak gelmişim sana Demir kapıları kırarak Işık olur musun karanlıklarıma İsterim ki senden Yaylalarda otlak olasın Ovalarda ırmak olasın Yayılasın göğsümün kırlarına Sarasın beni sarasın Dalların sevdası düşmüş toprağa Olgun meyvelere hasret gençliğimiz Zamanın billur çağlayanı Gürül gürül akarken avuçlarımızda Bir damla yağmur adına Yakarmış dağbaşlarında yüreğimiz Gökyüzünde sanılmış bütün yaşam Gökyüzüne çivilenmiş ellerimiz Ateşler yine parlıyor dağlarda Dolular yine kırıyor çiçekleri Gecenin karnına inerken şafağın tekmeleri Bulutları delen ışıklar Ezik ve kinli Aydınlık iri Sanki kocaları işkencede kadın gözleri Nasıl kapanır bu kanayan yara Nasıl anlatılır ki sana bu hal Terimde tuz gözyaşımda bal Bağdaş kurar mısın soframa Gözlerimde umut yüreğimde aşk Ölümleri boşlayıp düşer misin sevdama İsterim ki senden İnancıma aşık olasın Zindanıma ışık olasın Yürüyesin gönlümün yollarına Sorasın beni sorasın İnce kabukları zorlanıyor zamanın Gelecek damlıyor yorgun havuzlara Damlalarla yılların gelin yüzü Suların üstünde koskoca bir çağ Umutlar sığmaz oluyor alanlara Baharda gazel dökme bahçelerime Ben yaşamayı bilmez miyim Çocuklarım okul yollarında Okullarım sabah kollarında Sanki güzellikleri görmez miyim Papatya beyazlığında ölüm sarısı Karanfil kıvrımlarında kan Bu çiçekler uğruna ölmez miyim De gülüm ben seni sevmez miyim Bahar değil acı yükleniyor dallarıma Yapraklarımda ayrılık Meyvelerimde gurbet Vuslat olup gelir misin kollarıma Ellerimde kış saçlarımda kar Cemre olup düşer misin toprağıma İsterim ki senden Yılgınlıkta inanç olasın Zulme karşı direnç olasın Gömülesin aşkımın sularına Göresin beni göresin Göresin ki destan edesin Söyleyesin dillerden dillere Bir türkünün dizelerinde Bir kavalın nağmelerinde Alıp başını gidesin Bağrı yanık yeller üstünde Güneşin rengiyle düşesin ufuklarıma Kırasın karanlıklarımı kırasıAdnan YÜCEL
Fabrika işçisi kadınlar, evin kölesi kadınlar… Emekçi kadınlar öfkeli soluklarıyla sokaktalar. Evde, fabrikada, hayatın her alanında aşağılanmalara, tacize, ağır çalışma koşullarına ve cinsel ayırımcılığa maruz kalan kadınlar “Artık yeter” diyerek sokaklarda haykırıyorlar!
Tarih 8 Mart 1857'yi gösterirken, Amerika’da Chicagolu kadınlar sokaklara çıkıyorlardı. Tarih onların çifte ezilmişliklerini yazdı hep. İşte şimdi yaşamlarının bu döngüsüne bir çomak sokuyorlardı. Binlerce yıllık kahırla, kinle, umutla dolduruyorlardı alanları.
Ne istiyordu emekçi kadınlar? Günde 15 – 16 saate varan vahşi sömürü koşularına karşı 10 saatlik iş günü istiyorlardı. Erkekler gibi, eşit işe eşit ücret istiyorlardı. Aşağılanmak, hor görülmek, ayırımcılığa maruz kalmak istemiyorlardı. Tüm bu taleplerini “Ekmek ve Gül İstiyoruz” diye özetliyorlardı. “Ekmek” daha iyi bir ücret ve karın tokluğunu simgelerken “Gül” daha kaliteli yaşam koşullarını simgeliyordu.
“Ekmek ve Gül” isteyenlerin karşılarında patronun polisi vardı. Yürüyorlardı. Saflarından kızkardeşleri ölerek, yaralanarak düşüyordu bir bir. Yürüyüş ve grevleri kanla bastırıldı.
Ama Chicago’nun sokakları ve kadınları, O günü asla unutmayacaktı.
Hatırasını kızıl bir gül gibi taşıyacaklardı göğüs kafeslerinin içinde. Bir kez silkinip kalmışlardı işte. Onları boyunduruk altına almak artık kolay olmayacaktı.
Bin yıl da geçse daha demincek
Aradan 50 yıl geçti. 8 Mart 1908’de Chicagolu kadınlar bir kez daha doldurdu alanları. Bu defa 50 yıl önceki taleplerine yenilerini eklemişlerdi: 8 saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeği ile ilgili yasa istiyorlardı. Direniş yine patronların kendilerine has yöntemleriyle, kanla bastırıldı. 140 kadın öldürüldü birçoğu da tutuklandı.
Ancak ateş yakılmıştı bir kere. Bu mücadele kıvılcımı bütün dünyayı saracak, emekçi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir pusula olacaktı. Mücadeleyle geçen bu süreçten sonra kadınlar birçok hak elde etmeyi başarmışlardı.
Chicagolu kadınlar hala önümüzde yürüyor
Alman komünist Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’daki Kadın Konferansı’nda, öldürülen kadınların anısına, 8 Mart’ın “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonal‘e önerdi. Enternasyonal’de bu öneri kabul edildi. (Enternasyonal, işçilerin uluslararası mücadele birliğidir.)
1975 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan ederken kimilerinin düşündüğünün aksine, 8 Mart’ın özünü, gerçek içeriğini boşaltmanın ilk adımını da atıyordu. Ve o tarihten bugüne dek dünyada iki farklı 8 Mart kutlanması gelenek haline geldi.
8 Mart, dünya tarihine patronların ezdiği işçi kadınların, burjuvalara karşı verdiği zorlu ve kanlı mücadelesiyle yazıldı.
Öyleyse 8 Mart’la burjuvazinin işi ne?
Çünkü binlerce yıl da geçse onun hatırlanmasını, sokaklarda kutlanmasını engelleyemiyor. Engelleyemiyorsan evcilleştir. Kendi kabul edeceğin sınırlara çek. İşçi ve emekçilerin kafasını bulandır. Yaptıkları budur. 8 Mart’ı bir mücadele günü olmaktan çıkarmak, kadın işçi ve emekçilerin belleğinden silmek. Sulu bir kadına hediye almak günü olarak yaygınlaştırıp yozlaştırmak.
Oysa, 8 Mart emekçi kadınların özgürlük ve emek mücadelesinde önemli bir mihenk taşıdır. İşçi kız kardeşlerimizin gözüpek mücadelesiyle yazılan bu tarih, biz işçi ve emekçi kadınların bugünkü mücadelesine taşınarak yaşatılabilir.
Yürüyeceğimiz yol, yüzlerce yıl önce Chicagolu kadınlar tarafından çizilmiştir. Öyleyse; YÜRÜYELİM!
Tarih Gemisi’nin yelkenleri dolu dolu…. Yelkenleri dolduran rüzgar, bugün de “bahar esintisi” misali taze ve canlıdır. “1919′da yaşanmış ve bitmiş bir olay” değildir bu. Aradan 88 yıl geçtiği halde, bugün yürünen yollara da ışık tutar. Bugünün talep ve özlemleri, “Unutmadık, unutturmayacağız” sloganlarına karışır.
15 Ocak 1919… Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht katledildi.
Almanya Sosyal demokrat Parti (SPD) üyesiydiler. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlamasıyla esen milliyetçi rüzgar, SPD’nin de milliyetçi bir tutum almasına neden oldu. Bu, Rosa’nın fikirlerine tersti ve partiyle olan tüm ilişkisini kesti. 1914 Ağustos’unda Liebknecht ile beraber, “Internationale” grubunu kurdular. 1 Ocak 1916′da bu grubun adı “Spartaküs Birliği” oldu. “Spartakistler” dendi onlara. Grubun devlete karşıt tutumu yüzünden, 28 Haziran 1961′da Luxemburg hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste geçirdiği yıllarda birçok makale kaleme aldı. 1918 Kasım’ında Rosa hapisten çıktı ve Liebknecht ile birlikte Alman Komünist Parti’sini kurdular.
“Önderlerini vur”
Yazılarındaki teorik hatalara rağmen Rosa Luxemburg, Alman ve uluslararası işçi sınıfının önde gelen önderlerinden birisiydi. Burjuvazi, proleter yığınlar içinde kök salmış Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfı önderlerinin ne denli tehlikeli olabileceklerini çok iyi biliyordu ve bu nedenle her türden aracı kullanarak onlarla mücadele ediyordu.
Kapitalist düzeni sarsan Kasım devriminden ve arkasından gelen Ocak ayaklanmasından sonra açık katliamlar gerçekleştirmekten de çekinmemeye başladılar. “Önderlerini vur” yazılı afişler her tarafa yayıldı ve proletaryanın önderlerinin avına çıkıldı.
SPD’nin doğrudan katılımıyla, Soğuk bir kış günü, 15 Ocak 1919′da Rosa, Liebknecht ve Wilhelm Pieck gözaltına alındı. Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht cellatların elinde kaldı.
Luxemburg’un başı dipçikle ezildi, ölene kadar dövüldü. Liebknecht de başına sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Son nefeslerine kadar cesur ve kararlı olan iki devrimcinin bedenleri, Landwehr Kanalı’na atıldı. Aylarca bulunamadılar.
“15 Ocak’ta görüşmek üzere…“
Ama burjuvazinin onları kaybetme planı tutmadı. Onların anısı bugün de canlıdır. Onların ve Alman komünist-devrimcilerinin anısına Berlin’de yapılan Anıt mezar, her sene 15 Ocak’ta enternasyonalizmin en sıcak yaşandığı anlara sahne olur. Hangi ulustan olduğu bilinmeyen, değişik yaşlarda binlerce insan, “iğne atsan yere düşmez” kalabalıkta iç içedir. Sınıfsız-sömürüsüz dünya özleminin dolayımsız ifadesi olan Enternasyonal, birçok değişik dilden, hep birlikte söylenir.
“İdeallerini/ ideallerimizi yaşatmak için, seneye 15 Ocak’ta görüşmek üzere…” diyerek ayrılınır oradan…
![]() İSTANBUL (07.06.2007)- Eğitim sistemine içler acısı durumunu yansıtan Muğla'da bir fotoğrafı ortaya çıktı. Fotoğraf, Yatağan Cumhuriyet İlkokulu öğrencilerine tuvalet temizlettirilip çöp kovaları boşalttırıldığını resmetti. Paralı eğitim, parasız temizlik Eğitime ayrılan payın her yıl düştüğü ülkemizde okul temizliği dahi artık öğrencilere yaptırılıyor. “Paran kadar oku” anlayışı, emekçi çocuklarının eğitim hakkı gasp ederken, öğrencilere masrafları karşılığı okul temizliği yaptırılıyor. Askeri kışlalarda adını sıkça duyduğumuz mıntıka ve tuvalet temizliğine, Muğla'da bir ilkokulda rastlandı. Çocuğunun durumunu görüşmek üzere gittiği okulda sekiz yaşındaki bir öğrencinin elde paspas tuvaletleri temizlediğini fark eden veli, durumu cep telefonuyla görüntüledi. Veli yaptığı araştırmalarda, 2 ve 3'üncü sınıflara sürekli sınıf ve tuvalet temizliği yaptırıldığını, çöp kovalarının boşalttırıldığını da ortaya çıkarttı. Veli, “Önce yanlışlık sandım, öğrenciye sordum, her pazartesi sınıfı ve tuvaletleri toplu halde temizlediklerini, öğretmeninin kendisine tuvalet temizleme görevi verdiğini söyledi” dedi. Veliler tepkili, idare pişkin Veliler olaya tepki gösterirken, okul müdürü 'Mizansen olabilir' diyerek kendine aklamaya çalıştı. Olayı görüntüleyen veliyi bulmak için veli toplantısı düzenleyen Okul Müdürü Celalettin Acar, görüntüleri çeken velinin suç işlediğini iddia etti. Pişkin Müdür, “Çocuk temizlik yapıyorsa bu lokal bir durumdur, araştırıyoruz. Fotoğraf mizansen olabilir. Ayrıca o fotoğrafı çeken suç işlemiştir” şeklinde konuştu. Hem suçlu hem de güçlü müdürün yardımcısı Hasan Ali Ortan da, velilerin tepkisini görüntüleyen gazetecilere, “Artistlik yapmayın, burada film çevirmeyin" diyerek saldırdı, kameralarını almaya çalıştı. |
Lincin arkasından astsubay çıktı | |
![]() İSTANBUL (07.06.2007)- Sakarya'da, Ahmet Kaya resimli tişört giydikleri, Gündem gazetesini okudukları için iki Kürt işçisini linç etmek isteyen güruhun, kendisini 'Oktay astsubay' olarak tanıtan bir kişinin yönlendirdiği ortaya çıktı. Linç edilmek istenen mevsimlik Kürt işçilerden Senayi İzci, sayıları kısa sürede bini bulan saldırganları, kendisini 'Oktay astsubay' olarak tanıtan bir kişinin yönlendirdiğini söyledi. İzci, sokakta yürürken yanlarına yaklaşan “Oktay astsubay”ın önce kendilerini tehdit ettiğini sonra da kitleyi yönlendirdiğini belirtti. Linç edilmek istenen Senayi İzci olayı anlattı Olay günü alışveriş yapmak amacıyla çarşıya çıktıklarını, o esnada Gündem gazetesi aldıklarının söyleyen İzci, sonrasında yaşananları söyle anlattı: “Arkadaşımın üstünde Ahmet Kaya'nın resminin basılı olduğu bir tişört vardı. Üzerine de gömlek giyinmişti. Biz çarşıda gezerken 'Oktay astsubay' olduğunu söyleyen biri yanımıza yaklaştı ve 'Kapat gömleğinin düğmelerini, bu tişört burada giyilmez' dedi. Arkadaşım da kapattı gömleğini. Biz 10 adım ilerledikten sonra yaklaşık 40 kişi 'Kahrolsun PKK' diyerek üzerimize saldırdı. O sırada yanımızdan geçen 4 tane resmi polis, arkadaşımı emniyete götürdü. Bende bir polisin yardımıyla apartmana sığındım.” Saldırıda vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanan ve yüzünde şişlikler oluşan İzci, kendilerine saldıranların başta yaklaşık 40 kişi olduğunu, ancak bir anda sayılarının bine ulaştığını vurgulayarak, “Teröristler'i teslim edin' diye bağırıyorlardı. Apartmanın kapısının camı kırıldı. Ben de o sırada kalabalığın içinden kitleyi yönlendirdiğini düşündüğü Oktay astsubay olduğunu söyleyen kişiyi gördüm. Üzerinde beyaz bir tişört vardı ve iri yarı biriydi” diye belirtti. Sakarya'da 2 yıldır bir inşaat firmasında çalıştıklarını ve böyle bir olayla ilk kez karşılaştıklarını belirten İzci, “Birileri kitleyi yönlendirdi. Yoksa her zaman Gündem gazetesi alıyoruz. O arkadaş da ilk kez o tişörtü giyinmedi. Daha önce bir çok kez o tişörtle çarşıya çıkmıştı” dedi. Lincin arkasında MHP ve Ülkü Ocakları var DTP Sakarya İl Başkanı A. Gani Çiftçi ise, olaydan duydukları kaygıyı dile getirerek, “Sakarya üzerinde oyun oynandığını” söyledi. Özellikle son yıllarda linç girişimleri ve şovenizmin tırmandırıldığına dikkat çeken Çiftçi, “Tıpkı Trabzon ve Mersin gibi, Sakarya'da da kirli bir tezgah dönüyor. Bunun arkasında derin devlet, MHP ve Ülkü Ocakları var” dedi. Kaynak: Gündem gazetesi |
Otomotiv işçilerinden, baskın ve gözaltı terörüne ilişkin dayanışma mesajı...
Uluslararası otomotiv işçileri sempozyumu Köln hazırlık komitesi
Saat o saat... Programlar çıktı! Arınmaya, önce kendimizi üretmeye
İzmir'de yapılan ekmek zammına yönelik okurlarımızdan gelen tepki çağrısını yayınlıyoruz:
İzmir Alınteri Okurları
Yaşanacak Dünya, ADHK, AvEG-Kon, ATİK, BİR-KAR: Bu yol cinayetlerle açıldı...
Yaşanacak Dünya Gazetesi yasanacakdunya@yahoo.com Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AvEG-Kon) aveg-kon@hotmail.com Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK) konsey@atik-online.net Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK) info@adhk.de İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR) birkar@msn.com
Mahmut Polat'ın cenazesi kimlik tespiti gerekçesiyle hala teslim edilmedi.
77 kanlı 1 Mayısı’nda katledilenlerin sekizi kadındı. Nazan Ünaldı, Jale Yeşilnil, Hülya Emecan, Kıymet Duman, Hacer İpek Sarman, Leyla Altıparmak, Sibel Açıkalın ve panzer altında ezilen Meral Özkol.
Meksika'da 1 Mayıs 2 Mayıs'tan itibaren ülke çapında grev, direniş ve işgallere dönüştü.
1 Mayıs'da polisin yemek yiyen bir kişiye tokat atmasını çeken kameraman işten atıldı!
1 yorum:
aerytwrywty
Yorum Gönder