
HÖC: Ulus'taki Bombalamayı Lanetliyoruz
Haklar ve Özgürlükler Cephesi: Ulus'taki bombalamayı lanetliyoruz Bu, ancak egemen güçlerin yapabileceği bir eylemdir! Anafartalardaki patlama çeşitli demokratik kuruluşlar tarafından kınandı. DTP, EMEP, SDP, ÖDP de saldırıyı kınadıklarını açıkladılar. Koma Komalên Kurdistan (KKK) adına yapılan açıklamada ise, Ankara'daki saldırıyla hiçbir ilgilerinin olmadığı belirtildi. 23 Mayıs günü, Ankara Ulus'ta Anafartalar Çarşısı önünde gerçekleşen bir bombalama sonucu, 6 kişi ölürken, 100'ü aşkın kişi yaralandı. Başbakan'dan Genelkurmay Başkanı'na kadar neredeyse anında olay yerine gelen devletin en üst yöneticileri, polis şefleri, her ne kadar eylem vesilesiyle PKK'yi suçlasalar da, PKK sözkonusu eylemi yapmadıklarına dair bir açıklama yaptı. Eylemi kimin yaptığı gerçekte eylemin niteliği açısından hiçbir önem taşımıyor. Şurası açıktır ki; böyle bir eylem, EGEMEN GÜÇLERİN İŞİNE YARAR. Ve böyle bir eylemi, ancak egemen güçler yapabilir. Devrimciler, demokratlar, halk güçleri açısından sözkonusu eylemin savunulacak hiçbir yönü yoktur. Hiçbir gerekçe, bu eylemin "açıklaması" olamaz. Hedef olarak doğrudan HALKI HEDEF ALAN bir eylemdir ve bu yanıyla kontrgerillanın eylem anlayışı ve tarzına uygundur. Ülkemizin yakın tarihine bakıldığında, benzeri birçok eylem vardır. Kontrgerilla yapar ve kontrgerillanın yaptığı eylem kullanılarak, yeni baskıların gerekçesi haline getirilir. Patlamanın ardından hemen olay yerine gelen Genelkurmay Başkanı ve Başbakan, bildik terör demagojilerini tekrarladılar. Kuzey Irak'a operasyon yapılması gerektiğinden ülke içinde demokratik mücadele veren kesimlere karşı baskı ve yasaklamaların artırılmasına kadar niyetlerini ortaya koyan "mesajlar" verdiler. Niyetleri ortadadır. Halk güçlerine karşı baskıyı, yasaklamaları, anti-demokratik uygulamaları, zulmü, sınır ötesi ve içi askeri operasyonları geliştirmekten başka bir düşünceleri yoktur. Tüm beyinleri adeta buna kilitlenmiştir. Katletmek, vurmak, asmak, kesmek, her zamanki gibi başka bir politikaları ve düşünceleri yoktur. Bundan yaklaşık 9 ay önce 12 Eylül 2006'da Diyarbakır'da Koşuyolu Parkı'nda 7'si çocuk 11 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlama, 13 Mayıs'ta İzmir'de Gündoğdu Meydanı'nda yapılacak mitingden bir gün önce bir pazaryerinde gerçekleştirilen eylem ve Ankara Ulus'taki son eylem dikkat çekicidir. Üçü de provokasyon niteliğindeki eylemlerdir. Üçü de halka karşıdır ve doğrudan halkı hedef almıştır. Bombalar patlıyor, kimse üstlenmiyor, kimse yakalanmıyor. Oligarşinin bu tür kontrgerilla politikaları ve eylemleriyle neyi amaçladığı ve amaçlayabileceği konusunda, halkımız ve sol yeterince tecrübelidir. Bu anlamda kimse, en üst düzeyde kışkırtılan terör demagojilerine kapılmamalıdır. Provokasyon politikalarına, kontrgerilla yöntemlerine karşı uyanık olunmalıdır. Provokasyonlara, halka yönelik eylemlere karşı tavrımız net açık olmalı, halkı katledenlerin açığa çıkarılmasını talep etmeliyiz. Bu demokratik mücadele, devlet güçleriyle, devletin şemsiyesi altında değil, onyıllardır halkımıza karşı her türlü kontrgerilla eylemini gerçekleştiren, kontrgerillacıları himaye eden faşist devlete karşı mücadeledir. Halkımız! Devlet yetkililerinin bu patlamayı sola maleden demagojilerine kanma. Türkiye devrimci hareketi tarihi boyunca böyle bir eyleme başvurmadı. Bundan sonra da başvurmayacaktır. Halka sıkılan her kurşun, halkı vuran her bomba, halk düşmanlarının işidir.
Fabrika işçisi kadınlar, evin kölesi kadınlar… Emekçi kadınlar öfkeli soluklarıyla sokaktalar. Evde, fabrikada, hayatın her alanında aşağılanmalara, tacize, ağır çalışma koşullarına ve cinsel ayırımcılığa maruz kalan kadınlar “Artık yeter” diyerek sokaklarda haykırıyorlar!
Tarih 8 Mart 1857'yi gösterirken, Amerika’da Chicagolu kadınlar sokaklara çıkıyorlardı. Tarih onların çifte ezilmişliklerini yazdı hep. İşte şimdi yaşamlarının bu döngüsüne bir çomak sokuyorlardı. Binlerce yıllık kahırla, kinle, umutla dolduruyorlardı alanları.
Ne istiyordu emekçi kadınlar? Günde 15 – 16 saate varan vahşi sömürü koşularına karşı 10 saatlik iş günü istiyorlardı. Erkekler gibi, eşit işe eşit ücret istiyorlardı. Aşağılanmak, hor görülmek, ayırımcılığa maruz kalmak istemiyorlardı. Tüm bu taleplerini “Ekmek ve Gül İstiyoruz” diye özetliyorlardı. “Ekmek” daha iyi bir ücret ve karın tokluğunu simgelerken “Gül” daha kaliteli yaşam koşullarını simgeliyordu.
“Ekmek ve Gül” isteyenlerin karşılarında patronun polisi vardı. Yürüyorlardı. Saflarından kızkardeşleri ölerek, yaralanarak düşüyordu bir bir. Yürüyüş ve grevleri kanla bastırıldı.
Ama Chicago’nun sokakları ve kadınları, O günü asla unutmayacaktı.
Hatırasını kızıl bir gül gibi taşıyacaklardı göğüs kafeslerinin içinde. Bir kez silkinip kalmışlardı işte. Onları boyunduruk altına almak artık kolay olmayacaktı.
Bin yıl da geçse daha demincek
Aradan 50 yıl geçti. 8 Mart 1908’de Chicagolu kadınlar bir kez daha doldurdu alanları. Bu defa 50 yıl önceki taleplerine yenilerini eklemişlerdi: 8 saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeği ile ilgili yasa istiyorlardı. Direniş yine patronların kendilerine has yöntemleriyle, kanla bastırıldı. 140 kadın öldürüldü birçoğu da tutuklandı.
Ancak ateş yakılmıştı bir kere. Bu mücadele kıvılcımı bütün dünyayı saracak, emekçi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir pusula olacaktı. Mücadeleyle geçen bu süreçten sonra kadınlar birçok hak elde etmeyi başarmışlardı.
Chicagolu kadınlar hala önümüzde yürüyor
Alman komünist Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’daki Kadın Konferansı’nda, öldürülen kadınların anısına, 8 Mart’ın “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonal‘e önerdi. Enternasyonal’de bu öneri kabul edildi. (Enternasyonal, işçilerin uluslararası mücadele birliğidir.)
1975 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan ederken kimilerinin düşündüğünün aksine, 8 Mart’ın özünü, gerçek içeriğini boşaltmanın ilk adımını da atıyordu. Ve o tarihten bugüne dek dünyada iki farklı 8 Mart kutlanması gelenek haline geldi.
8 Mart, dünya tarihine patronların ezdiği işçi kadınların, burjuvalara karşı verdiği zorlu ve kanlı mücadelesiyle yazıldı.
Öyleyse 8 Mart’la burjuvazinin işi ne?
Çünkü binlerce yıl da geçse onun hatırlanmasını, sokaklarda kutlanmasını engelleyemiyor. Engelleyemiyorsan evcilleştir. Kendi kabul edeceğin sınırlara çek. İşçi ve emekçilerin kafasını bulandır. Yaptıkları budur. 8 Mart’ı bir mücadele günü olmaktan çıkarmak, kadın işçi ve emekçilerin belleğinden silmek. Sulu bir kadına hediye almak günü olarak yaygınlaştırıp yozlaştırmak.
Oysa, 8 Mart emekçi kadınların özgürlük ve emek mücadelesinde önemli bir mihenk taşıdır. İşçi kız kardeşlerimizin gözüpek mücadelesiyle yazılan bu tarih, biz işçi ve emekçi kadınların bugünkü mücadelesine taşınarak yaşatılabilir.
Yürüyeceğimiz yol, yüzlerce yıl önce Chicagolu kadınlar tarafından çizilmiştir. Öyleyse; YÜRÜYELİM!
“Önderlerini vur”
Yazılarındaki teorik hatalara rağmen Rosa Luxemburg, Alman ve uluslararası işçi sınıfının önde gelen önderlerinden birisiydi. Burjuvazi, proleter yığınlar içinde kök salmış Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfı önderlerinin ne denli tehlikeli olabileceklerini çok iyi biliyordu ve bu nedenle her türden aracı kullanarak onlarla mücadele ediyordu.
Kapitalist düzeni sarsan Kasım devriminden ve arkasından gelen Ocak ayaklanmasından sonra açık katliamlar gerçekleştirmekten de çekinmemeye başladılar. “Önderlerini vur” yazılı afişler her tarafa yayıldı ve proletaryanın önderlerinin avına çıkıldı.
SPD’nin doğrudan katılımıyla, Soğuk bir kış günü, 15 Ocak 1919′da Rosa, Liebknecht ve Wilhelm Pieck gözaltına alındı. Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht cellatların elinde kaldı.
Luxemburg’un başı dipçikle ezildi, ölene kadar dövüldü. Liebknecht de başına sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Son nefeslerine kadar cesur ve kararlı olan iki devrimcinin bedenleri, Landwehr Kanalı’na atıldı. Aylarca bulunamadılar.
“15 Ocak’ta görüşmek üzere…“
Ama burjuvazinin onları kaybetme planı tutmadı. Onların anısı bugün de canlıdır. Onların ve Alman komünist-devrimcilerinin anısına Berlin’de yapılan Anıt mezar, her sene 15 Ocak’ta enternasyonalizmin en sıcak yaşandığı anlara sahne olur. Hangi ulustan olduğu bilinmeyen, değişik yaşlarda binlerce insan, “iğne atsan yere düşmez” kalabalıkta iç içedir. Sınıfsız-sömürüsüz dünya özleminin dolayımsız ifadesi olan Enternasyonal, birçok değişik dilden, hep birlikte söylenir.
“İdeallerini/ ideallerimizi yaşatmak için, seneye 15 Ocak’ta görüşmek üzere…” diyerek ayrılınır oradan…
Meksika işbirlikçi burjuvazisinin kamu işçi ve emekçilerine saldırısı yalnızca ekonomik de değil. Burjuvazi, bu saldırılarla asıl olarak, başta son dönemde militan direnişlerle öne çıkan eğitim emekçileri olmak üzere kamu emekçilerinin direncini kırmaya çalışıyor. Kamu emekçilerinden de cevabını anladığı dilden alıyor!
Meksika'da 1 Mayıs, 2, 3, 4 Mayıs'a ve sonrasına, giderek kitleselleşen ve ülke çapında yaygınlaşan grev, gösteri ve işgallerle taşınıyor. Meksika'da başını Ulusal Öğretmenler Sendikası'nın çektiği direnişin startı, 1 Mayıs gösterilerin hemen ardından 2 Mayıs'ta 100 bin öğretmenin yasa tasarısına karşı mahkemelere eylemli başvurularıyla verildi.
Aynı gün kuzeydeki Chihuahua'dan güneydeki Chipas'a kadar onbinlerce kamu emekçisi, işçi ve öğrenci, ülke çapında gösteriler başlattı. Sayısız kitle gösterisi yapıldı, bazı devlet binaları işgal edildi, otoyollara barikatlar kuruldu, ABD ve Guatemala sınırları göstericiler tarafından kapatıldı.
Chihuahua şehriyle birlikte, geçtiğimiz aylarda görkemli bir direnişin yapıldığı Oaxaca şehri de göstericiler tarafından yeniden işgal edildi. Tamualipas'ta meydanları ve hükümet-belediye binalarını benzer bir işgal girişimi ise şimdilik sonuçsuz kaldı.
Göstericiler sosyal güvenlik ve emeklilik yasasının yanısıra, Meksika'nın ABD ile yoğunlaşan "güvenlik işbirliği anlaşmaları"nı, enerji kaynaklarının özelleştirilemesini ve artan hayat pahalılığını protesto ediyorlar. ABD'nin onlarca Kübalının katili kontra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder